Araç İlçesinde...

Araç ilçesine Kastamonu'dan geçtik. Kastamonu'da, savunman Emin Değer ve Anıl Çeçen'le birlikte imza günümüz vardı. Dönüşte, Araç ilçesinden geçecektik. Araç'ın SHP'li Belediye Başkanı Bahtiyar Yaşar bir ara:
—Araç'a gelmelisiniz, size orada göstereceğim şeyler olacak; demişti. Bahtiyar Yaşar, savunmandı. Araç'ta, birkaç konuğuyla birlikte bizlere, “Muzafferin Yeri"nde, sac kavurması yedirecekti. Yemeğin ortasında, Araç'ın mahallelerinden birinde yaşayanlarına içinde bulundukları güç koşullar söz konusu oldu. Burası Çay Mahallesi'ne bağlıydı. "Eriklidere Sokağı" deniyordu; halk arasında, pisliğinden dolayı başka türlü anılıyordu.
Ankara'ya dönmeden burayı görmeliydim. Kürt kökenliydiler. Diyarbakır'dakiler gibi konuşuyorlarmış: ancak nereden, ne zaman geldikleri bilinmiyormuş. Dersim başkaldırısı sonucu mu geldiler, bilen yokmuş. Onlara sorarsanız "Haymana'dan geldik" diyorlarmış. Sayıları bin kadar varmış.
—Kaç ev var burada diye sordum.
—Bilmiyoruz, diyor Başkan Bahtiyar Yaşar, oturdukları yerlere ev denmez ki!
Gerçekten öyle; gerçekten Güneydoğu’daki oturma yerleri daha sağlıklıdır bunların yanında. Araç'ın belediye olması 1860’lı yıllara dek uzanıyor. Başkan şöyle diyor:
—Bunları buraya, belediyelik kazanmak için nüfus amacıyla getirdilerse. Dersim'den gelmeleri olanağı yok; bunlarla ilgilı, "Afet Fonu"ndan, buna benzer devlet olanaklarından yararlanarak, hiç olmazsa belli koşullarda yaşamalarını sağlamak için, geçmişle de girişimlerde bulunulmuş. Oturulan yerin kayma tehlikesi içinde olduğu ileri sürülerek, devlete başvurulmuş, ama yetkililer, "Kayma çok az, bir şey yapılamaz" diye rapor vermişler.
—Kaç kişi burada oturanlar?
—Bin kişi kadar var.
—Kaç ev? Kaç hane?
—Haneyi sayma olanağı yok; haneden başka her şeye benziyor!
—Peki, bir göremez miyiz?
—Tabii, gidelim! Savunman Hüseyin İplikçioğlu'nun kullandığı araca bindik; sac kavurmayı yarıda bıraktık. "Zaten bana dokunur" diyordum; üç kilometre uzaklıktaki tepeye çıktık; ''Eriklidere Sokağı'na. Başkan konuşmuyor yolda; arabada Anıl Çeçen de var.
—Adı Eriklidere, halk arasında B..lucadere deniyor affedersiniz, pislik içinde yaşıyorlar. Yapılan araştırmalarda bu insanların ortalama 58 yıl ömürleri olduğu saptanmış. Şimdi, durumu göreceksiniz, yaşadıkları yerleri göreceksiniz. Oturdukları evin içinden, örneğin bir kavak ağacı çıkmış! Üstünde kiremitleri yok. Yani, bir insanın yaşayabileceği bir yer değil, bir hayvanın dahi bağlanamayacağı bir yer görünümünde olduğunu, şimdi göreceksiniz! Bunlar bir de tembelleşmişler, insanlıktan çıkmış bunlar. Kimileri boyacılık, kimileri hamallık yapar, kimileri hiçbir şey yapmaz, kimileri dilenir!
—Bunların tümü Kürt mü? Türkçe bilmezler mi?
—Kürt! Türkçe bilirler, Hüseyin! aşağıdaki meydana in, orada duralım.
—Topraklan filan yok mu?
—Yok, hiçbir şeyleri yok. Hüseyin, oraya girme, şuradan sağa in... (Arabadan inip, kalabalığın arasına karışıyoruz; çocuklar anlayamadığım sözcüklerle çığrışıyorlar, genç kızlar, kadınlar bağrışıyorlar, yardım istiyorlar. Kulübeye benzemez bir yerdeyiz.)
—Burada bir kocakarı yatıyor, düşünebiliyor musunuz? Anıl Bey görebiliyor musunuz içeriyi? (Hüseyin İplikçioğlu söze karışıyor. ”Üç dört de torunu var, yanında kadının" diyor.)
—Ne soba ne bir şey! diyor bir kadın. (Bir kız çocuğu kardeşi olmalı, önce dövüyor, sonra okşuyor, seviyor, bizi görünce). Kalabalıkta çocuklar ağlaşıyorlar. Birine soruyorum:
—Senin adın ne?
—Ali Türe!
—İçinde kavak ağacı olan, bu muydu? ("Bu, bu” sesleri).
—Bu kulübede altı nüfus kalıyor! (Üç, dört metre kare var, yok; kavağın kökünde bir iki döşek, içeri bakarken, burnumun direği sızlıyor kokudan. Kulağımda çocuk seslerinin uğultusu... Büyükler, çocukları azarlıyorlar. Bir köpek havlayarak dolaşıyor.)
Bin kişinin oturduğu bu mahalleden, iki kişi belediyede çalışıyormuş.
—Ne iş yapıyorlar belediyede?
—Sormayın artık orasını.
Bir kadın "Hoş geldin, hoş geldin!" diyor; belli ki, gelişimizden bir şeyler umuyor. Bir kız çocuğu avuçlarını açmış, arkamızdan koşuyor. Bir oğlan çocuğu "Benim bir resmimi çek” diyor. Elimdeki teyp makinesini, fotoğraf makinesi sanıyor. Biri, şöyle diyor:
—Milliyet Gazetesi’nden geldiler buraya, bende gazete, 21 mayıs tarihli; hiçbir şey çıkmadı sonunda...
Sabah Gazetesi’nden de gelmişler, fotoğraflar çekmişler. Yoksulluğu, insanlık dışı yaşamı anlatmak için her şey var. Çözümü yok, bulunamamış. Neden?
—Tek güvencemiz başkanımız, başka kimsemiz yok! diyor biri.
Yerel seçimlerde ANAP'a oy vermişler; ANAP’lılar, gece para mı dağıtmışlar buraya ne? Oysa gerçekte, bu Kürt kökenli insanlar. sosyal demokrat eğilimliymişler. Anıl soruyor:
—Öbür mahallelerdeki halkın, buraya karşı tavrı ne? Hüseyin İplikçioğlu yanıtlıyor bunu:
—Her yerde horlanıyorlar. Öyle şey yapmışlar ki, yani. "Laftan, sözden anlamazlar" gibisine. Horlana horlana, onlar da alışmışlar artık.
—Hırsızlık yok, dedi Başkan!
—Ama her gün Adliye'de bunlar. Kavgaları birbirleriyle. Adliyeye belki de, oturdukları yerden daha sıcak diye geliyorlar! Şimdi orada gördünüz, bir sürü genç kız var orada, çok küçük yaşta evleniyorlar, her birinin her yıl bir çocuğu oluyor...
—Çingene yaşamının verdiği bir özgürlük var mı bunlarda? Geneleve düşme filan?
—Var tabii! Aralarında da öyle parçalanıyorlar ki. Burada biri muhtarlığa adaylığını koydu; kendi mahallesinin adaylığına. Ufacık çıkarlar karşılığı, içlerinden çıkan adama oy vermediler, başka adaya oy verdiler!..
Çankaya'ya kim çıkmış, burada kimsenin umurunda değildi...