Uzuneşek...

Bu, 1989'un son yazısını hazırlarken heyecanlandım. Koca bir yılı deviriyoruz demek. İsmet Paşa, bir konuşmasında, "Kısa insan ömründe, çok şaşırtıcı olaylar oluyor" demiş. Yalnız aralık ayında, dünyada olup bitenler yeterince şaşırtıcı değil mi? Romanya'da, Çavuşesku Ne eşinin kurşuna dizilmeleri, kim nereden bakarsa baksın, ölüm cezasına karşı olanların onaylayacakları bir olay değildir. Babası üç gün Yassıada’ya gitti diye, 27 Mayıs'a düşman kesilen bir bayan yazarın yorumu okunacak şeydi! Ona göre, "Basın milletin hissiyatına daima tercüman olur, haberleri genellikle halk kitlelerinin duyguları yönlendirir"miş. İnsan, gerçekten gazeteci değilse, böyle de düşünebilir, yazabilir. Oysa doğruyu kişi, yığınlara karşın da yazıp savunabilmeli, onları uyarabilmelidir. Merak ediyorum, bu bayan yazar, bundan sonra 27 Mayıs devrimi için ne yazacak? Bugünleri, gelecekte kurcalayacak olanlar, Romanya'daki olayların en altında da Polonya'da olduğu gibi, Amerika’nın, ClA'nın, parmağı olduğunu bulacaklar mı ne bileyim? Dünya Romanya'ya bakarken Amerika Panama'ya saldırdı. Orada demokrasiyi rayına oturtacakmış! Polonya'da oturttu, Valessa'yı bitirdi ya...
Ya Türkiye'de? ’Türban” olayının altında ne var, kim var? Kimlerin parmağı var? Çok geçmez, bunlar dökülür ortalığa görürsünüz. Biri, anılarını yazar, anlatır...
Aralığın son haftasında, Necdet Uğur, İsmet Paşa'yı anlattı. Ankara'da gençlere yaptığı konuşma kanımca daha ilginçti. Bir gencin sorusu üzerine, İsmet Paşa'nın, ölüm cezalarına, hele hele siyasal ölüm cezalarına nasıl karşı olduğunu, Menderes'le iki arkadaşının, Deniz Gezmiş'le iki arkadaşının asılmamaları için nasıl çaba gösterdiğini uzun uzun anlattı. Bunları TV vermedi, İsmet Paşa, Türkiye'ye demokrasiyi getiren insan olarak anılır. 1950'de seçimle iktidardan gitmiştir. Ama, demokrasinin yerleşmesi için bu yeterli değildi, partilerde, parti içi demokrasi de gerekliydi. Bu olmadan, ülkede demokrasinin varlığından söz edilemezdi...
Şöyle bakıyorum, siyasal partilerimizde, parti içi demokrasi var mı diye. Ne yazık ki yok! Çoğu gazetecilerimiz, yazarlarımız bile kazanmayı, demokrasinin ölçütü olarak görüyorlar. Deniz Baykal'ın bütçe konuşmasını aktaran kimi gazeteler, “Baykal kurultayı kurtardı” diye yazabiliyorlar. Yani, tezgâh, hep tezgâh! Biri birine gol mü attı, tamam bitti o işi. Oysa, Deniz Baykal, SHP’deki görevinden seçimle uzaklaştırılmadan SHP'ye demokrasinin uğramayacağını bir bilseler...
Bülent Bey’le, Deniz Bey'in benzer noktaları var. İkisinin babaları da çok içiyorlar. Deniz Bey'in babası Tekel memuru!
İki oğul da öyle içen takımdan değil. Bülent Bey, İsmet Paşa’nın yanında daha çok kaldı; dizi dibinde yetişti denilebilir. Ama belli ki parti içi demokrasi dersini hiç almamış. Deniz Bey de öyle. Süleyman Bey de öyle. İçlerinde de en masumu belki Hacı Turgut Bey! O da öyle gördü, öyle sanıyor demokrasiyi. Oysa eskiler derler, “Kötü misal emsal olmaz!" diye. Buna ilişkin halk sözleri de var; Köy Enstitülü Ali Yılmaz'ın babası Hekim Ali Oğlu Mehmet Yılmaz, oğluna:
-Evleği koca öküz katar! dermiş. Açıklarmış: Danayı da koşarsın sapana, ama hiç belli olmaz, bir an gelir yatagider. Koca öküz oflaya puflaya işi bitirir, evleği tamamlar...
Aralığın son haftasında, emniyetin eski “Dal" bölümü hücreleri boş kalmadı. Hücrelerde olaylar, 'bir diziye dönüşen "Göz Önünde Gözaltında Aydınlar" yazılarında anlatıldığı biçimdeydi. Değişen hiçbir şey yoktu. Çeyrek ekmek arasına birkaç zeytin konuyor, hücredekilere veriliyordu. Hücreler dolu olduğundan, salona da gözleri bağlı öğretmenler konmuşlardı. Ayakta, bekleşiyorlardı. Bu kalabalıkta helaya nasıl götürüldüklerini sordum, biri şöyle dedi:
-Yakın hücrelerde kalanlar alınıyorlar, çocukken oynadığıma uzuneşek oyununa benzer biçimde arka arkaya diziliyorlar, helaya öyle gidiyorlar! Kimi sanıkların gözleri atkıyla bağlanıyor. Sanıkların, savunmanlarıyla görüşebilmeleri, DGM savcılığının iznine bağlı. DGM savcılığı da "soruşturma sürüyor" gerekçesiyle, izin vermede tutumlu davranıyor. Hani Başbakanlık genelgesi vardı? Kim dinler Başbakanlık genelgesini ki? Sanıklara yapılan suçlama da ilginç; “gizli örgüt"! Ya, örgütlenme özgürlüğünün olmadığı ülkede, gizli örgüt suçlaması olur elbette. Üç kişi bir araya gelmeye görsün, haydi sana gizli örgüt! 16 yıl önce, 30 Nisan 1973'te "Gizli Hamsi Örgütü" başlıklı bir "Ankara Notları” yazmıştım. Şöyle başlıyordu:
"İri gözlü, sivri burunluydular. Karadeniz uşağıydılar. Titrek, ürkek bir halleri vardı koğuşa geldiklerinde. Ne yaptıklarını kendileri de mi bitmiyorlardı ne? Zaman zaman kendi aralarında konuştukları oluyordu Karadeniz şivesiyle:
-Da piz ne yapmişuz?
-Örgüt kurmuşuz.
-Nasıl örgüt?
-Cizlu örgüt.
-Çok mu cizlu?
-Çok...
-Ha pu, cizlu örgüt nerededur?
-Tenuzun tipindedur da.
-Ha pu, hamsi midur?
Şaka yollu bu konuşmalar, hemen onlara yeni bir adın takılmasına yol açtı. ‘Titrek Hamsi Örgütü..."
-Ulaaa, Titrek Hamsicular kalkın da...
Ne yaptıklarını, neden getirildiklerini kendileri de bilemiyorlardı. Koğuş arkadaşları dalga geçiyorlardı:
-Karadeniz'e bakarak iç çekmişsiniz.
-Tenuzun tibinde nasıl iç çekebiliriz?
Haydi arkasından gelsin Karadeniz havaları, hemen birleşiveriyorlardı oyuna sıra gelince.
Gelirken neden bir kemençe getirmediklerine yanıyorlardı bazılar.
-Ha uşaklar ha...
Kendilerini ihbar edenler, yan gelip yataydılar şimdi. Siyasi tarihi çok ileride karıştıracaklar, bir Titrek Hamsi Örgütü’ne rastlarlarsa şaşmamalılar..."
‘Titrek Hamsi Örgütü'nün üyeleri hapislerde yatıp çıktılar. Kimi yurtdışında şimdi.
* * *
Yeni yılı, tutukevlerinde, cezaevlerinde geçirenler var. İşkence odalarında bekleyenler. Yeni yıla girerken, onlara bir "merhaba" demek istedim...