Gözümü Açtılar, Komiserle Tanışıyoruz!

Yılbaşı gecesi, Merkez Cezaevi'nden gardiyanların geldiğini yazmıştım. L.D., “öyle değil, efendim diyor, onlar da polisler, yalnız konuşma biçimleri, 12 Eylül’den mi kalma, nasıl bilmiyorum, hep ‘komutan’, ‘çavuş’, 'onbaşı' diye konuşurlar.'’
-Çavuş, koğuşlara bak!
Örneğin “komutan" dedikleri, yanımda oturuyor; başkomiser; sesinden tanıyorum, giysisinden tanıyorum. Çünkü bir gün önce. akşam tesadüfen benimle yüz yüze gelmişti, hiç unutulmayacak bir sesi var.
-Sesinden tanıyorsunuz?
-Ama sonra birkaç kez; şimdi onu da açıklayacağım; cumartesinden yılbaşını biz aç geçirdik. İnanır mısınız aç aç bakın, o kadar açız ki herkes yılbaşı geçiriyor, ne bulursak yiyeceğiz! Bereket ki hanımlarımız süt falan göndermişler, çıktık o gardiyanlara rica ede ede, memur arkadaşlara rica ede ede, çocuklara dağıtmaya çalıştık. Sırayla, “Şuna ver", “şuna ver" zaten gelen sekiz-on tane süt! Kendimiz içemedik yani. İnsanlar o kadar aç ki 21-22 kişi vardı orda, o bölümde. Açlık böyle buram buram... Düşünebiliyor musunuz açlıkla terbiye ediyorlar sizi! Ve gelen o görevlilerin gözlerine bakıyorsunuz, çeyrek ekmeğin içinde altı tane zeytin...,"Acaba diyorsunuz, şöyle yarım ekmek alabilir miyim?" diye basitleşebiliyorsunuz açlıktan. Yani adamın gözüne bakıyorsunuz, “fazla varsa alacağım” diye. Diyemiyorsunuz, onurunuza yediremiyorsunuz. Dedik:
-Yav, şunu yarım ekmek yapın yav! 12 saatte bir veriyorlar düşünün...
Ve yılbaşından sonra pazartesi günü son banyomu yaptım! Salı günü, o “komutan" dedikleri adamın huzuruna çıkardılar bizi yukarıya.
-Kaç merdiven çıkıyorsunuz?
-Bir çıkıyorsun, sağa dönüyorsun, bir daha çıkıyorsun; sekizerden on altı basamak. Yani o garajın üst düzeni. Ama üst kattan koridorla Emniyet Müdürlüğü'ne bağlı, önden girişi de var yalnız. Şimdi o bölüme gözünüz bağlı çıkıyorsunuz; ama bağı şöyle çektik, her şeyi gördük, yani öğrendik. Yani şey diyorlar örneğin, “Birinci Şube İkinci Tim" diye geçiyor, biraz önce Hocamın dediği gibi:
-Biz diyorlar, devleti korumak zorundayız! Burada devletin belkemiğiyiz. Biz burada, görevi istesek de istemesek de yapıyoruz. Sanıyorsunuz ki sizden daha az perişanız. Biz burada altı yüz bin lira aylık alıyoruz. Şurada, çoluk çocuğumuzdan uzak, devleti korumak için çalışıyoruz. (L.D., “Demek ki biz bir milyon lira versek, başkalarına da işkence yaparlar” diye düşünür. Çünkü gerçekten kişilik erozyonu vardır insanların. Orada çok üzülür LD.)
-DGM Savcılığı'ndan aldıkları talimatla mı yapıyorlar?
-DGM Savcılığı’ndan aldıkları talimat şu: 7 günlük süreyi 15 güne çıkardılar. DGM, buna isteyerek izin veriyor. Biliyor aslında orada DGM, neler yapıldığını...
-Biliyor, değil mi?
-Biliyor, kesin biliyor! Bilmese; o kadar süreyi... Peki, DGM şunu söylese, madem soruşturma yapılıyor orada, madem yasalara uygun, niye savunmanlarımızı almıyorlar yanımıza?
-Savunmanla görüşebildiniz mi?
-Kesinlikle!
-Savunmanınız var mıydı?
-Vardı, başvurduk, Adalet Bakanlığı’na başvurduk, hatta SHP Milletvekili Fuat Atalay soru önergesi verdi Meclise, İçişleri Bakanlığı’na, Başbakan'a başvuruldu, alınan yanıt şu; "Soruşturmanın gizliliği açısından kesinlikle görüştürülmesi yasaktır." Savunmanların başvurusu reddedildi DGM tarafından Daha sonra şunu görüyoruz bakın: Görüşme söz konusu olunca, soruşturmanın gizliliği gündeme geliyor. Şunu diyorduk biz: Birleşmiş Milletler İnsan Haklan Sözleşmesi'ni imzalamışız. Başbakanın haberi var, ‘İşkence yok!' diyorlar. Peki, diyoruz polislere, ‘nasıl işkence yok!' diyebilirler, bilmiyorlar mı?"
-Yahu Hoca, herkes biliyor! Sen de biliyorsun, ben de biliyorum, o da biliyor. Ama devletin bekası açışından bu geçerli!
Ben diyorum ki:
-Yarın 141-142 kalkınca, nasıl suratımıza bakacaksınız? Hiç utanmayacak mısınız? Size “Biz öğretmeniz" diyoruz, “öğretmen!" Sizi biz okuttuk. “Bir harf öğretenin kırk yıl kölesi oluruz" diyorsunuz, elinize düştük, elli kere sopa vurdunuz! Odasındayım, böyle saldırıyorum. Karşılıklı sohbet ediyoruz.
-Göz bağlı?
-Yok açık! Gözümü açtılar, tanışıyoruz komiserle artık. Konuşuyoruz; sorguda beraber, her yerde beraber. “Ben size bir şey söyleyeyim mi Hoca, diyor, sen onurunu korudun, namusunu korudun. Böyle direnen adamlara can kurban!” Bakış açısı bu...
-Yahu diyorum, ben direnmedim. Olmayan bir şeyi sana veremem!
E.B. — Sen orada direndin. Sana orada kabul ettirilmeye çalışılan şeyi kabul etmedin. Aslında birçok insan zayıflık yapıyor, olmayan şeyleri kabul etmek zorunda kalıyor. Ve bu hem seni, hem başka insanları güç durumda bırakıyor...
L.D. — Direnmedim, derken şu anlamda söyledim ben: Örneğin, ben bir şey var da saklamadım, anlamında söylüyorum. Olmayan bir şeyi kabul etmeme konusunda canımı dişime taktım ben. Dünyanın acısına katlandım, aşağılanmasına katlandım. Dünyanın çirkinliğini yaşadım. Düşünün, eşinizin, çocuğunuzun getirilmesini göze alıyorsunuz, affedersiniz, on dakika kadar cinsel organıma sopa yedim! Sırtımdan, belimden... Dünyanın acısına katlanıyorsunuz; şimdi düşünüyorum da ben, en aşağılık bir yaratık için bile olmaz. İnsana yakışmayan, insan onuruyla bağdaşmayan aşağılık bir hareketler...