Hadim’de Cinayet...

Önce Paris’te, daha sonra da Stockholm’da izlediğim "Yılmaz Güney Günleri"ni, yazamadım bir türlü. Türkiye'ye dönünce, güncel konular ona olanak vermedi. Ama günü gelince yazacağım "Yılmaz Güney Günleri"ni. Stockholm'e ilk kez gidiyordum; İsveç deyince karlar içinde bir ülke göreceğimi düşünüyordum. öyle olmadı; kupkuru bir soğuk, kar mar yok! Biraz canım sıkıldı, ama İsveçlilerin daha çok sıkılmış canları. Zamanı gelince kar yağmazsa, bunalıma girerlermiş. Ocak ayında, öğleden sonra, saat 15.00 deyince hava kararıyor; gece başlıyor. Kar yağmamışsa, karanlık çepeçevre. Kar varsa, ortalık gündüz gibi geceleyin de. "Beyaz geceler" dedikleri geceler...
Karın yağışını İsveçliler, bayram gibi karşılarlarmış, İsveçli bayanlar apak (bembeyaz) giyinirler, çıkarlarmış ortalığa. Biz, çocukluğumuzda "apak" yerine "apapak” derdik, o, "beyazın da beyazı" demek. Böyle karşılarlarmış karı. Çünkü, oralar için kar her şey denirmiş. Herkes kayak takımlarını hazırlar, kayak yapar; gününü hoş geçirirmiş. Ocak ayında kar yağmayınca, Stockholm‘da insanların altı tekerlerli araçlarla dolaştıklarını gördüm. Arkadaşım:
Kar yağmayınca, böyle eğleniyorlar! dedi. Sanki kar varmış gibi!
Stockholm adacıklardan oluşmuştur, her yanı sudur. Adacıklar, birbirine bağlanmış; su üzerinde yaşadığınızı bilmiyorsunuz. Stockholm, zaten kazık stoku demekmiş. Düşmandan kenti korumak için, kazıklar çakmışlar; kentin adı öyle konmuş. Karın yağmayışı, havanın kupkuru oluşu, insanların yüzlerinden de okunuyor mu ne? Soluk soluk, gülmeyen yüzler. Oysa İsveçliler neşeli insanlardır. Ayrılacağımızda, yarım santim kar yağdı da yüzleri güldü azıcık...
Paris’te olduğu gibi. Stockholm'da da okurlar, eş dost yere kondurmadılar. Bu yüzden, bir yerlerde yitme olanağı da bulamadım!
Stockholm'ü, oldukça kalabalık bir grup dolaştık. Fatoş Güney’le oğlu Yılmaz Güney (Yılmaz Güney, çok tatlı bir çocuk, delikanlı; kalın kalın gülmesine bayılıyorum), Ahmet Kaya, Yavuz Önen’le eşi, Rezzan Önen, Paris'ten SİPA ajansından foto muhabiri Necdet Nakiboğlu, İsveç'te oturan Mahmut Baksı, Nedim Dağdeviren. Bir başka grup da ayrı geziyor. Ahmet Kaya, uçakta kaptan pilota saz çalıyor; kaptan pilot şaşırıyor. Ahmet Kaya, Stockholm'da zeytinle kahvaltı yapmamıza içerliyor:
İsveç'e geldiğimizde, sanki bir köye geldik, diyor. İstanbul'dan gel, İsveç'te zeytinle kahvaltı yap! Olacak iş mi bu?
Türkiyeli 30 bin dolayında göçmen yaşıyor İsveç'te. 6-7 bini Süryani, 5 bini Kürt -bunlar yalnız Türkiye'den değil, İran, Irak, Suriye'den gelenler de içinde-. En kalabalık olanlar, Kulu'dan gelen Türkler. Yusuf Küpeli’yi , Özkan Mert’i, Serpil İnanç’ı, Mihri Belli'yi, daha pek çok göçmeni görüp konuştum. İsveç radyosundan Osman İkiz, Gülseren ile eşi Gören Engström, Yavuz Baydar, Hosrov Azimzade’yle eşi Emine birlikte olduk. Gülseren Engström'lerde, Olof Palme’nin yeğeni Thomas Palme de vardı. Stockholm'e varır varmaz Naci Kutlay'ı aradım. Naci Kutlay, İsveç'te sayrıevinde sağın olarak çalışıyordu, ilginç bir öykü anlattı. Şöyle: Naci Kutlay bir gün sayrıevinde hemşire ile odasında otururken içeri biri girer. Adam kulağını gösterir; kulağının arkasında bir yara vardır. Yaranın ivedi ameliyat edilmesi gerekmektedir. Naci Kutlay, hemşireye sorar:
-Bak bakalım, boş günümüz ne zaman? Ameliyat etmemiz gerek bunu.
-Pazartesiye dek dolu, der hemşire, daha önce yok! Günlerden cumadır...
-Bak, der, adama Naci Kutlay, pazartesiye dek doluymuş. Pazartesi gelmezsen, hakkın yanar, o zaman yeni gün vermek gerekir...
Naci Kutlay, böyle deyince, adam kendi kendine sesli düşünmeye başlar:
-Yarın cumartesi, İspanya Endüstri Bakanı’nı karşılayacağım, pazar günü de...
Naci Kutlay, kafası kontak birine çattığını düşünür; şöyle der:
-Kardeşim sana ne İspanya Endüstri Bakanı'ndan filan, sen kendine bak! Kulağındaki yara önemli, ameliyat olman zorunlu...
Adam, gayet sakin:
-Ben İsveç'in Endüstri Bakanıyım da der, konuk bakanı karşılamam gerek... Naci Kutlay’a kartını da verir, kartta Endüstri Bakanı Thage G. Peterson yazılı. Naci Bey, duruma çok şaşırır: “Bizde olsa, ohooo" diye geçirir içinden, "bakanın sayrıevine gideceği bir hafta önceden belli olur!" der. Ama, yine de bakana şöyle der:
-Bakın, pazartesiye dek doluyuz! Ama, sabreder, beklerseniz, bugün akşama dek ameliyatlarımı bitirir, sizi de ameliyat ederim)
Adam, yani bakan "Peki, beklerim!" der. Ameliyatı olur. Thage G. Peterson, şimdi İsveç'in Meclis Başkanıdır. Naci Kutlay, onu TV’de seyrederken, hep kulağına bakar; "ameliyatı nasıl yapmışım?" diye...
Naci Kutlay, yıllar önce, benim doğduğum ilçede, Hadim'de sağın (doktor) olarak çalıştı. Ağrılı olmasına karşın, kendini Hadim’li de sayar; dostluğumuz oradan başlar. Onunla, öğretmen Durmuş Demiray'ın, savunman İlhan Ünsal'ın kulaklarını çınlattık. Hadim günlerini anlattı, eşi Azime Hanım'ın da, doğup büyüdüğüm yerlerle ilgili ilginç anıları vardı. Hadim'de kış geldi mi, her yer karla kaplanır. Ağustosa dek kar kalkmaz çok yerde. Kışın kar 2-3 metreyi bulur. Kışın kar, Toroslar'ın tepesindeki bu ilçenin, köylerinin özelliğidir. Bir yanı da Göksu deresidir. Orada da Adana'yla birlikte domatesi yetiştirir.
Bir hafta önce pazar günü, Hadim’den, Hadim'in köyü Beyreli’ye görevlerine gitmek için karlı havada yola çıkan öğretmenler, bir daha bulunamadılar. Karda, tipide yiten öğretmenlerin babalarını, dedelerini tanıyorum. Öğretmenlerden biri İsa Sarılar, arkadaşım Musa Sarılar'ın oğlu. Musa'yla, kapı komşusuyuz. Çocukluğumuz birlikte geçti, öbür öğretmen Adem Dülgeroğulları, Mustafa Dülgeroğulları'nın oğlu; Adem'in eşi Neriman Dülgeroğulları da kar altında yitenler arasında; Neriman da üç aylık gebe; böylece kar atımda yitenler üç değil, dört oluyorlar...
İki öğretmen, yanlarında birinin eşi, 11 şubat pazar günü saat 10.00'da, Milli Eğitim Müdürlüğü’nün cipiyle, Hadim’den Toros dağlarının en tepesindeki köylerden birine, 2000 metrenin üstündeki yerlere, yola çıkarlar. 12 kilometre sonra cip kardan gidemez; onları Fesleğen yaylasında bırakır. Ondan sonra, daha kırk kilometre yaya gideceklerdir. Yollar, kardan kapalıdır. İlçenin kaymakamı, imam-hatip çıkışlı Davut Haner'dir. İmam-hatip çıkışlı kaymakamlar çoğalmıştır son yıllarda. İlçe Milli Eğitim Müdürü Ali Üstünel’le, kaymakam Davut Haner, öğretmenlerin kar altında yitip gitmelerinden çok sonra mı Jandarma Komutanına bilgi vermişlerdir? Bu köy öğretmenleri, öğretmen vekilleri, yollar açılana dek bekletilemezler miydi? Okullar iki gün öğretmensiz kalsa, kıyamet mi kopardı? Kaymakam Bey, namaz saatini mi kaçırırdı? Ne olurdu? Kim ne derse desin, öğretmenlerin, Neriman Dülgeroğulları’nın karnında çocuğuyla kar altında ölmesi, cinayettir. Bunun hesabı sorulmalıdır...