İstanbul’da Başka, Ankara’da Başka...

Savunman Turgut Kazan, 9.3.1990 günü Ankara DGM'de, Haydar Kutlu’yla Nihat Sargın davasının duruşmasında yargıçlara konuşmasıyla ilgili olarak yazılı bir metin vermeyeceğini söyledi. “Dilekçe vermiyorum, belgeleri vereceğim" dedi, ekledi:
Çünkü, Ceza Yargılamaları Usul Yasası, sözlülük esasına dayanır. Bu, usulün kuralıdır. Bizim salıverme istemimizi şimdi çözeceksiniz, o yüzden beni dinleyin, ben sizi ikna etmek istiyorum, beni dinleyin yeter. Tutanağa geçirmeniz, ayrıntıya girmeniz de gerekli değildir. Çünkü bu oturum karar vereceksiniz. Yani benim, salıvermeye ilişkin dilekçemin dosyada durması, ilerde okunması bakımından bir yarar sağlamayacak ki; ne için okuyacaksın tahliye dilekçesini? Bu oturumda çözeceksiniz, o nedenle dilekçe vermiyoruz. Dilekçemiz var, ama vermiyorum.
Savunman Turgut Kazan, üç örnekle, bir hukuksal, yasal tartışma sundu. Bir önceki oturumda, bir soru yönelttiklerini belirterek bu soruyu açıklayacak üç örnek getirdiklerini söyledi. Geçen oturum sordukları soruyu yineledi, şöyle konuştu:
-Geçen oturum sorduğumuz soru neydi? Biz, size geçen oturum, 'Herkese başka, Kutlu-Sargın’a başka adalet olur mu?' sorusunu yöneltmiş, Ankara'da başka, İstanbul'da başka adalet olur mu?’ demiştik. Şimdi bu soru ile ortaya çıkan trajik gerçeğin, yeni üç ayro örneğini getirdik. Onun belgelerini sunacağız. Az önce, Sayın Başkan (Vehbi Benli), bir birleştirme sorununu çözerken dediler ki "Bu davada iki sanık (Haydar Kutlu-Nihat Sargın) TKP ve TİP'i kurmuş olmaktan, Türkiye Birleşik Komünist Partisi'ni kurmaya tevessül etmiş olmaktan yargılanıyorlar; oysa İstanbul'dan bize sorulan sorunun davasında, sanıklar Türkiye Birleşik Komünist Partisi'ni tevessülden değil, kurmuş olmaktan yargılanıyorlar. Tabii, bilindiği gibi 'tevessül' başkadır, 'kurma' başkadır. Tevessül, kurmaya kalkışmadır. Oysa kurma o işi bitirip tamamlamadır. Bu nedenle, sayın avukat arkadaşlar da elbet takdir edeceklerdir ki bu iki davanın birbiriyle birleştirilmesi doğru olmaz” denildi sayın başkan tarafından. Tabii ki bu doğrudur, işte bu doğruyu da altını çizerek şimdi üç örneği sergilemeye başlayalım:
Nedir birinci örnek? İstanbul'da 1990/27 savcılık iddianamesiyle açılan davanın örneği. Şimdi, burada sanıklar, Sayın Başkanın söylediği gibi, TKP olayının kurucusudurlar. İki, Türkiye Birleşik Komünist Partisi davasının yahut da olayının tevessülünü aşmışlar Sayın Başkanın söylediği gibi kurmuşlar. (Bunlar, son olarak Türkiye'ye gelen dört kişi: Mehmet Bozışık, Şeref Yıldız, Ahmet Kardam, Erdal Talu. Bunlar, İstanbul'da tutuksuz yargılanıyorlar.) Yani, bir adım fazla atmışlar; suç sayılan eylemi iyice tamamlamışlar. Bunlar bırakınız tutuklanmayı, gözaltına bile alınmamışlar. İşte iddianamesi! Biz hukukçular, ortak dil kullanırız, o yüzden ayrı bir belge getirmeye gerek yok; iddianameyi okuduğumuz zaman anlanz. Mahkeme de inanıyoruz ki iddianameyi okuduğu zaman anlayacaktır, iddianamede, “gözaltına alınma tarihi", "tutuklama tarihi" diye sözler bulunur; karşısında tarihler yazılır; bu iddianamede bunlar yok! Yani, başka bir belge aramaya gerek yok. İddianameye bu yazılmamış. Yani, bu insanlar (dört kişi) gözaltına alınmamış ve tutuklanmamış. İşte sanıkların isimleri, işte iddianame. Buyurun, birinci örnek. O zaman sizin mahkemenizin ısrarla, "suçun vasıf ve mahiyetine göre” deyip salıvermeyi reddetme kararlarınız, bir başka olayla çürümüş bulunuyor.
Gelelim ikinci örneğe: Mehmet Bozışık, Şeref Yıldız, Ahmet Kardam ile Erdal Talu. Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi, bu dört kişiyi tutukladı. Yetkisizlik kararıyla İstanbul'a yolladı. Bu dört kişi, yine sayın başkanın altını çizerek söylediği gibi TKP’nin kurucusuydular. Ve sayın başkanın söylediği gibi tevessülü aşmış, ikinci partiyi (TBKP'yi) kurmuşlardı, yani suçun ileri aşamasını tamamlamışlardı. Ankara’da tutuklanıp İstanbul'a giden bu dört kişiden Mehmet Bozışık, ilk oturuma çıkmadan öbür üçü de ikinci oturumda salıverildiler. Önce size bu dört kişinin ifadelerinde ne dediklerini söyleyeyim; bunlar çok açık biçimde ifadelerinde. TİP’in ve TKP'nin kurucusu olduklarını kabul ediyorlar bir, iki: Türkiye Birleşik Komünist Partisi'nin "politbüro üyesi" olduklarını kabul ediyorlar. Yani başkanın söylediği gibi ikinci suçu işlemede ilerlemiş durumdalar. Peki, ne diyor bunları salıveren mahkeme? ''Suçun mahiyetine, tutukluluk süresine göre tahliyelerini..." diyor. Demek ki suçun mahiyeti, Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi'nın düşündüğü gibi bir "müebbet tutukluluk" demek değildir. İki: İki ayda tutukluluk kalkabilmişse ve bu da tutukluluğu kaldıran ara kararına gerekçe olarak yazılmışsa, demek ki Ankara DGM'nin tutukluluk süresinden bahsederek iki buçuk yıl sonra tutukluluğun kaldırılması istemini reddetmesi, hukuk değildir! Şimdi, o zaman sorunun yanıtını vermek gerekir. Herkese başka, Kutlu-Sargın'a başka adalet olur mu? İstanbul'da başka, Ankara'da başka adalet olur mu?
Gelelim üçüncü örneğe: Üçüncü örnek, sizin elinizden geçen bir örnektir. O yüzden belgesini sunmaya gerek yok. (Turgut Kazan, burada Umur Coşkun'un adını verdi) İşte, burada da bu iki suçu işleyen kişinin. Umur Coşkun'un tutuklama istemi, itiraz üzerine reddedilmiştir. Sanık salıverilmiştir. Aynı soruyu burada yeniden soruyoruz: Herkese başka, Kutlu-Sargın’a başka adalet olur mu?
Turgut Kazan, daha sonra dördüncü nokta olarak, bir hukuksal tartışma üzerinde durdu, mahkemenin TCY'nin 140 ile 142/3’leri toplayarak 36 yıl ceza vermeyi düşündüğünü; bu maddelerin ise anayasaya aykırılığının ileri sürüldüğünü, mahkemenin de bu aykırılık iddialarını "ciddi bulmayarak reddettiğini” söyledi. Sözlerini şöyle bitirdi:
-Evet, işin sonuna geliyoruz, isteğimizi bağlıyoruz, diyoruz ki: Bu hukuksal gerçeklerden sonra bize haklı çıktığımız zaman kullanabileceğimiz özgürlüğü istiyoruz. Çünkü ilerde haklı çıktığımız zaman, haklılığımızın bir yararı kalmayacaksa, bu yargılama niye? Bir tarafta hak, hukuk, adalet: öbür tarafta müebbeten tutukluluk! Yani, “Herkese, başka, Kutlu-Sargın'a başka adalet olmaz” diyoruz; "Ankara’da başka, İstanbul'da başka adalet olmaz” diyoruz. Ve şu sorunun inandırıcı yanıtını arıyoruz: "Herkese adalet, Kutlu-Sargın’a şiddet! Niye?” diyoruz. Bir yanda hukuk ve adalet, öte yanda şiddet ve müebbeten tutukluluk! Buyurun, tercih sizin, karar sizin.