Cizre, Nusaybin, Kızıltepe’den Mardin'e gelince; yolumuzun sonunda, bir Süryani kilisesini gezelim dedik. 1500 yıllık kiliseyi gezerken, kilisenin yöneticisine sordum:
-Size burada baskı var mı?
-Bilmiyorum!
Bunu bilmeyecek ne var? Mardin'de, Süryani olarak yüz ev kalmış. Süryaniler, Birecik'teki kelaynak kuşlarına dönmüşler; giderek, onlar da kalmaz, tükenirler Türkiye'de. Göçerler Avrupa'ya...
Şu Türkiye'yi değişik dillerin konuşulduğu, çeşitli ırkların yaşadığı bir ülke yapamadık. Faşist kafalar yüzünden olmadı bu. Yöneticiler, sorunları baskılarla çözmek istedikleri için, polisiye anlayışla çözüm getirmek istedikleri için güçlüklere, bu duruma mı geldi işte! Gezip gördükten sonra, anladım. Bu düğümü, demokrat olmayan iktidarlar çözemez. Daha da dolaştırırlar, ellerine, ayaklarına!
İnsan Haklan Derneği Başkanı Nevzat Helvacı, Yönetim Kurulu üyesi Hıdır Oktay'la birlikte, sıcak bölgede dolaşıyoruz. Alman yazar Günter Wallraff’la, Köln Radyosu’ndan Osman Okkan, Alman gazeteci Barbara Munsch da, Ankara’dan beri bizimle birlik. Alman TV ekibi, arkadan gelecek. Diyarbakır'da uçaktan iner inmez, doğruca Cizre'ye yollandık. En sıcak yaşandığı yer olayların orası. Oradan başlayacağız, gezip görmeye. Kadıoğlu Oteli'ne indik. Daha önce, İnsan Hakları Derneği temsilcisi Orhan Doğan'ın evinde, yer sofrasında bir şeyler yemesek aç kalacakmışız! Çünkü otelde, yiyecek diye bir şey yok. İlçede, yiyecek bir şey yok. Ekmek Nusaybin'den geliyor, her yer kapalı, dükkânların kepenkleri inik! İlçenin göbeğinde bir panzer, dolaşan “özel tim" dedikleri askerler. İsterseniz sokağa çıkabilirsiniz!
Gazeteciler, Kadıoğlu Oteli'nde karargâh kurmuşlar, Cumhuriyett’ten Celal Başlangıç, bu yörelerin gediklisi, Banş Bil de orada. Cumhuriyet’ten Turan Yılmaz, Fual Kozluklu, Ziya Aksoy. Kalabalık bir kadro dolaşıyorlar, izlenim ediniyorlar. Başka gazetelerden arkadaşlar orada. Çoğu uykusuz.
Pazartesi sabahı, Cizre Belediyesinden başladık gezip görmeye. Cizre Belediye Başkanı Haşim Haşimi, Refah Partili bir genç; uyanık görünüyor. Konu, kepenklerin açılışı, burada yaşamın doğal duruma gelmesi; Nevzat Helvacı, başkana halkın gıdasız kaldığını, gösterilen tepkiyle de amacın gerçekleştiğini söylüyor, "sizler yardımcı olabilirsiniz.” diyor.
Ben başarılı olamıyorum! diyor Belediye Başkanı Haşim Haşimi.
İnsan Hakları Derneği yöneticisi Orhan Doğan;
-Biz de etkili olamıyoruz! diye konuşuyor.
Gittiğimiz bir yere, halk kalabalıkları doluşuyor. Bir şeyler umuyorlar. Belediyede toplanmış, soruna çözüm arıyoruz. Masanın çevresinde kimler mi var? Belediye Başkanı Haşim Haşimi, İnsan Haklan Derneği temsilcisi savunman Orhan Doğan, savunman Hasip Kaplan, SHP İl Encümen üyesi Cemil Güçlü, Diyarbakır İnsan Hakları Derneği'nden savunmanlar Fethi Gümüş, Mustafa Özer, Fevzi Veznedaroğlu ile Vedat Aydın. İl Genel Meclisi'nden Sait Özalp da var. Esnaftan kimselerin gelip, bize bilgi vermelerini istiyoruz. Geliyorlar birkaç kişi, gözlerinde korkudan başka bir şey okunmuyor. Korkuyla hüzün!
-Tutuklular bırakılsın, iyi olur! diyorlar. Dükkânlar da açılsın o da iyi olur...
Bu yörenin insanları, Kürtler, yakına dek, kapalı insanlardı. Çok konuşmazlar, hatta bir bakıma insandan kaçar halleri vardı. Şimdi öyle değil. Gazeteci gördüler mi, neredeyse arkasından koşuyorlar. Bayan gazetecilerin kollarından tutup, evlere götürüyor kadınlar:
Bak, biz sana olayı anlatacağız, ama doğru doğru, dosdoğru yaz! diyorlar. Biz, hakkımızı istiyoruz, içerideki yakınlarımızın bırakılmasını istiyoruz. Timlerin çekilmesini istiyoruz. Bunu yaz!..
Bunları yüksek sesle söylüyorlar. Avrupaları gördükten sonra, buraları insanın gözleri yaşarmadan dolaşması olanaksız. Yol yok, su yok, pislik dizboyu. Her çeşit sayrılık öylesine doğal ki. Geceliği 20 bin lira olan o lüks oteldeki havlular kapkaraydı, neden? Barış Bil, odayı değiştirdi ama, neye yarar? Sağlık koşulları insanların çok kötü. Gerçi “tim”ler, kimi isterlerse alıp götürebilirler evlerinden. Gidenler, geri dönerler mi kimse bilemez. Çocuklar, korkudan okula gidemiyorlar. Sezilen o ki bu insanlar:
-Amaaan be, demişler, inceldiği yerden kopsun, başıma ne gelecekse gelsin! Böyle demiyorlar elbet, bana öyle geliyor...
Anlaşılan, yıllarca korkuyla yaşamışlar. Susmuşlar. Başlarına bir şey gelmesin diye, köşelere kaçmışlar. Doğrusu bu. Sürdürüyorum.
Burada, Cizre'de geçen cuma günü halkın yaptığı yürüyüşün öyküsünü dinledim. Ana caddede beş bin kişi, bağrışıyor, türkü söylüyor, bir ana-baba günü. Gazetelerde okudum haberlerini. Namluların önünde çocuklar şarkı söylüyorlarmış. Yaşlı Kürt kadınları dilleriyle "zılgıt" çekiyorlar. Yaşlılardan beş altı kişi, şöyle demişler bir ara:
Artık yeter, uyarımızı yaptık; evlerimize çekilelim arkadaşlar!
Sessizce ara sokaklara dağılıp, evlerine çekilmişler. Sakin, sessiz hiçbir olay çıkarmadan. Buradan ne çıkıyor? Belli ki bu insanlar, kendi aralarında kimi insanları bir "sözcü" olarak benimsemişler, onların sözünü dinliyorlar. Ama, bunların PKK'dan buyruk aldıklarını söylemek doğru olur mu?
29 Mart 1990, Cumhuriyet