Önemli Bir Tartışma...

Uçakla geçen hatta pazar günü, İHD Genel Başkanı Nevzat Helvacı, üyelerden Hıdır Oktay'la birlikte Diyarbakır’a giderken, yazacağım bir yazının girişini de çatmaya uğraşıyordum kafamda. Doğu Anadolu'nun sorunlarıyla ilgili olarak oldukça doluydum. "Kürt sorunu" ilkin Danimarka’da, Kopenhag'da tartışılmış, Prof. Sadun Aren de, İstanbul Bağımsız Milletvekili Hüsnü Okçuoğlu da ilginç yanıtlar vermişlerdi. Diyarbakır'dan dönerken de, ayni uçakta bulunan Olağanüstü Hal Valisi Hayri Kozakçıoğlu’yla konuştum.
Kopenhag'dan sonra gittiğimiz Randers'te, bir dinleyici Prof. Sadun Aren’e şu soruyu yöneltmişti:
— Ulusların kaderini tayin hakkını, yani ayrılma hakkını, yani "Kürt sorunu"nun bağımsızlık içinde çözülmesini savunmadan, bırakın sosyalist olmayı, demokrat bile olunmayacağı düşüncesindeyim. Siz ne dersiniz?
Prof. Sadun Aren, soruyu sorana teşekkür etti. Özetle şu karşılığı verdi:
“— Şimdi, bu soru tabii önemli. Onu, bu konuyu açmak lazım. Yani yanıtlamaktan çok, bu konuyu tartışmak ve açıklığa kavuşturmak lazım. Çünkü Kürt sorununun özü burada, bu soruda gizli. Bu soruda yatıyor, gizli filan değil tabii. Şimdi acaba Demokrasi İzleme Komitesi olarak biz Kürt sorununun çözümünü, ayrılmak hakkını tanıyarak değil de, sıyası sınırlar içinde çözülmesinden hareket etmemiz esas olarak, ayrılmayı kabul etmemek ve bugünkü Türkiye'nin siyasi sınırları içinde bu soruna çözüm aramak, demokratiklikle bağdaşır mı? diye soruyor...
Şimdi her şeyden önce şunu söyleyeyim ki bu raporu (Demokrasi İzleme Kurulu raporu) hazırlarken, her türlü görüşler ortaya konuldu... Onlarla tartıştık. Herkes özgürce tartıştı, fikirleri ileri süren arkadaşlara, diğer arkadaşlar, böyle düşünmeyen arkadaşlar "Aaa, bunlar ayrılıkçı, bunlar vatan haini" filan gözüyle bakmadı. Hiçbir zaman da bakılmamalıdır. Bunlar görüşlerdir, özgürce tartışılmalıdır. Ama bugün ülkemizde tabii, resmi görüş bu hoşgörüyle bakmıyor tabii. Suç sayıyor, filan. Ama biz kendi aramızdaki yaptığımız tartışmalarda, resmi görüşle hareket etmedik gayet tabii olarak ve arkadaşlarımız görüşlerini rahat rahat savundular, tartışıldı. Ama çok büyük çoğunluk, size gösterdiğim açıklamayı (D.İ.K. açıklaması) benimsedi. Memleketimizin çok önemli bir sorunu hakkında, derli toplu bir görüştür bu. Bilinmesinde yarar vardır.
Şimdi ben artık bu kurul adına değil de, kendi adıma konuşuyorum: çünkü kurulda, şöyle bir tartışma yapmadık; sadece Türkiye’nin sınırları içerisindeki çözüm üzerine duruldu. Onun için ben burada kendi adıma konuşuyorum: Ben Türkiye'deki Kürt sorununun üniter devlet içerisinde çözülmesinden yanayım. Kürtlere bağımsızlık tanıyarak çözülmesinden yana değilim. Gene böyle bir bağımsızlık hareketi, bugün için kanlı olur. Zaten bir hayli kanlı olaylar oluyor. Yani böyle bir Kürdistan devletinin kurulması, fevkalâde kanlı olur. Ve... değmez. Kürtlerin de Türklerin de zararına olur. Binlerce insan ölür, yaralanır. Kadınlar dul kalır, çocuklar öksüz kalır, filan. Değmez bence. Böyle bir çözümün doğru olacağını sanmıyorum. Nasıl ki örneğin "Türkiye, gitsin Bulgarisan’a veya Yunanistan'a saldırsın, oradaki Türkleri kurtarsın. Ve onları da..." Buna da karşıyım. Bu da, oradaki Türkleri kurtaracaksın da ne olacak? Eğer kanlı olacaksa değmez. Nasıl ona karşıysam, çok bedeli yüksek olduğu için böyle bir çözüme bir kez bu bakımdan karşıyım. İkincisi, bunun Türkiye’nin gerçeklerine uygun bir çözüm olduğunu da sanmıyorum. Nedeni de Kürtlerin, Türkiye'nin sathına yayılmış olmaları. Gerçi yoğunlukla Doğu'dadır, ama aşağı yukarı Doğu’da yaşayan kadar, tam bilmiyorum istatistikler yok bu konuda, önemli bir kısmı da Anadolunun diğer bölgelerine yayılmıştır; İstanbul'da, Diyarbakır'dan fazla Kürt vardır, Ankara'da, İzmir'de, Muğla'da, Adana’da, Yozgat'ta, her yerde Kürtler vardır, dağılmıştır, yerleşmişler, mal mülk sahibi olmuşlar, evlenmişler işte buralara bile gelmişler, yani bir kısmı (gülüşmeler). Şimdi, Doğu’da bağımsız bir devlet olduğunu farzedelim: kuruldu, kansız mansız oldu diyelim: yani oldu! Şimdi, bu öbür taraftaki, tabii herhalde Ankara'nın Haymana ilçesi de bağımsız olmayacak. Yahut Yozgat da bağımsız olmayacak! Onlar ne olacak? Bu, doğuda Kürt bölgesinin dışında kalan yerlerdeki Kürtler, onlar da milyonlarca. Bunlar ne olacak? işte o zaman azınlık mı olacaklar? Yarın İstanbul'a pasaportla mı gelecek bunlar? Diyarbakır'a amcasını ziyarete giderken yahut Sivas'a giderken yahut onlar bu tarafa gelirken, pasaportla filan gelecek. Bunların mal mülk meseleleri ne olacak?
Ve, asıl, gerçeklikte böyle bir bölünme, bir düşmanlık da yaratacak gayet tabii olarak, iki halk arasında. Ee, Türk bölgesinde yaşayan Kütlere, Türkler o zaman ne gözle bakacak? Tabii, o bölgede de bazı Türkler yaşıyor değil mi? Diyarbakır'da, bilmem Siirt'te. Bingöl’de filan da Türkler var. Yalnız Kürt değil tabii, onlara ne yapacaklar? Yani bana pek uygun gelmiyor. Oysa örneğin İngiltere'de, İskoçlar tamamiyle ayrı bir ırktır; dilleri ayrıdır, mezhepleri ayrıdır. Ama pekâlâ beraber yaşıyorlar.
Yani Türkiye'nin özel bir konumu, Kürtlerin Türkiye'deki yayılma biçimi filan, böyle bölünmeye de pek elverişli değil. İyi bir çözüm olmaz. Çözdüğünden fazla sorun yaratır. Öyle sorunlar yaratır ki, ülke mütemadi (sürekli) bir çalkantı içinde olur, düşmanlık içinde olur. Ondan ötürü istemiyorum. Yoksa şoven, milliyetçi duygularla değil..."
Prof. Sadun Aren, sözlerinin bir yerinde de, yurtta Kürtlerin tam eşitliğinin sağlanmasını istedi. Özetle şöyle dedi:
— Çünkü birlikte yaşamanın koşulu, tam eşitliktir. Hem birlikte yaşa hem hak verme olmaz! Birlikte yaşayacaksanız, tam haklarını vereceksiniz. Biz de bu bildirimizde (DİK bildirisi) ve anayasanın ilkelerinde de tam eşitliği ve asli öğesi olmak üzere, yani böyle, azınlık mazınlık filan değil, asli öğedir Kürtler de, Türkler gibi. "Böyle, eşit olmalıdır, bu yönde çalışma yapılmalıdır. Arkadaşlar, dünya birleşmeye doğru gidiyor. Siz bunu yakından görüyorsunuz; Avrupa birleşiyor nerdeyse. Sınırları filan kaldırmaya uğraşıyor. Şimdi, dünyanın gidişi böyle birleşmeye doğruyken, bölünmek, yeni yeni devletler ortaya çıkarmak, yeni yeni ihtilaflar ortaya çıkarmak, dünyanın gidişine de aykırıdır. Ama bütün bunların koşulu, gerçekten tam eşitliği sağlamaktır Türkiye’nin içinde. Ayrıca başka bir şey söyleyeceğim arkadaşlar, bunu bir görüş olarak kabul edin; genel bir şey söyleyeceğim: Şimdi, Kürt halkının bağımsızlığından yana bir fikir belirtmek mi, bugünkü koşullarda daha demokratça bir görüştür, yoksa “Yok, öyle değil, Kürt halkının bağımsızlığı değil, fakat Türkiye’nin bütünlüğü içinde Kürtlerin haklarını savunmak mı daha demokratiktir?" Bence, ikincisi daha demokratiktir. Bunu yaşamın başka yönlerinde de görürürsünüz Çünkü birincisi laftan ibarettir. Dersiniz ki; "Arkadaş, ben Kürt halkının bağımsızlığından yanayım, çünkü ben, ulusların kendi kaderlerini, kendileri tayin etmeleri gerektiği ilkesine bağlıyım" dersiniz, noktayı koyarsınız, yapacak başka bir şeyiniz yoktur. Bugünkü ortamda, bunu söylersiniz o kadar. Bunu söyledikten sonra, arkadaşlar Kürtlerin haklarını savunmak, adlarını özgürce koymalarını, dillerini kullanmalarını filan savunmanın anlamı yoktur. Adam, sana demez mi ki, "Yahu, sen ne istiyorsun? Sen ayrılmak istiyorsun, "ayrılsın" diyorsun; ayrılınca zaten dilini de konuşur, geliştirir filan. Yani sen ne istiyorsun? Sen, öyle bir şey istiyorsun ki artık başka bir şey istememen lazım. Bu evden gidecek adamın, "Ben bu evde söz sahibi olmak istiyorum!" demesinin bir anlamı olur mu? Ayrı ev açıyorsun sen. Yani böyle bir çelişki vardır. Ve bir bakıma, onu söylemek daha kolaydır..."