27 Mayısçı Kamil Karavelioğlu, bir gün şöyle demişti:
Ben, 27 Mayıstan, bir de Yassıada davalarından sonra politikacıların uslarını başlarına toplayacaklarını, yanlış yapmaktan kaçınacaklarını sanırdım. Sanki hiçbir şey olmamış gibi davranmaları, beni en çok şaşırtan şey olmuştur.
Karavelioğlu, şöyle diyordu:
Ülkeyi 26 mayısa getirdikten sonra, 27 Mayıs kaçınılmazdır. Ülkeyi 11 eylüle getirdikten sonra, 12 Eylül olur. Önemli olan 11 eylüle gelmemek, 26 mayısa getirmemektir. Bunu getiren askerler değil ki.. bunu getiren politikacılar. Haa, 26 mayısı yaratan ben miyim kardeşim? Haydi, 27 Mayısı yapan benim, ama mayısı yaratan kim? Tabii, politikacı ders almıyor ki. Olaylara bak, toplumun basiretiyle alay ediyorlar. Ne soytarılık bunlar!..
Kamil Bey'in söyledikleri, beni taaa 27 Mayıslara götürdü.
Mayıs devrimi yeni olmuş, o zaman Vatan gazetesinde çalışıyorum, muhabirim. Bir gün devrimciler, gazetecileri Ankara Emniyet Müdürlüğü'nde topladılar. 27 Mayıs öncesi, “Ankara olaylarını yakından izlemişiz. Emniyette şöyle dediler:
Şimdi, bütün polis şeflerini, polisler! sizin önünüzden geçireceğiz. Olaylarda karşılaştığınız, baskı yaptığını, öğrencilere cop vurduğunu saptadıklarınızı, göstereceksiniz...
Gazeteciler, muhabirler, foto muhabirleri sandalyelere oturduk; polis şefleri, polisler önümüzden geçiyorlar. Saçları sıfır numara kesilmiş, üstlerinde sivil giysiler var. Harbiye'den de zaten, ceketleri ters giydirilerek arka kapıdan çıkarmışlar. Bir baskı döneminin kuklası, aracı olmanın ezikliği içindeler. Gözleri yerde, yüzümüze bakamıyorlar. Bize bir şey yapacak halleri yoktu, güçleri öğrenciye yetiyordu. Hukuk Fakültesinin önünde, bir polisin yaralı bir öğrenciye copla, yetişip vurduğunu görmüştüm. Emniyet Şube Müdürlerinden Niyazi Bicioğlu, cop vuran polise çıkışmış:
Hayvan! Görmüyor musun yaralı; yaralıya vurulur mu? demişti.
Polis, bir kenara çekilmişti. Yaralı öğrenci, götürülüyordu.
Bu gözlemimi Yassıada'da anlattım; Niyazi Bicioğlu, hüküm giymekten kurtuldu!
Aradan otuz yıl geçti. 27 Mayıs sonrası gelişmelerden hiç, ama hiç ders alınmadığını, perşembe akşamı gözlerimle gördüm. Eski Ankara Palas'ta, Şimdiki Devlet Konuk Evi'nde, Basın-Yayın’ın yıldönümü kokteyli vardı. Kokteyle gelenlerin çoğu, kapıda sıkı sıkıya aranmış. Bayanların çantaları aranıyormuş. Kokteyl bahçedeydi. Foto muhabirlerinden birinin boynunda, plaket gibi bir şey gördüm;
Bu ne? dedim.
Görevli olanlara takıyorlar! dedi.
Az sonra, Hacı Turgut Bey'le, Yıldırım Bey de geldiler. Çevrelerinde çoğu bürokrat kalabalığı. Memduh, dönerli pilav almaya gitmişti; Bir ara. Cumhuriyetten Ayşe Sayın'ı görüverdim. Onların epeyi uzağında duruyordu. Ayşe'ye:
Ne konuşuyorlar? diye sordum.
Bilmiyorum, yaklaştırmıyorlar! yanıtını verdi...
Nasıl olur? Gel benimle! deyip yürüdüm. Bir sivil polis çemberinde durdurulduk. Amerikalılar “goril" diyorlar ya, korumalara. Boylu poslu, iri kıyım kişiler. Sivil; bellerinde tabancaları var. Bir adım daha attım, atmadım:
Bir dakika dur bakalım! demesiyle, birinin, dirseğini böğrüme dayaması bir oldu. Gorillerden biri de kolumu pek de nazik sayılamayacak biçimde sıkıyordu. Bırak kolumu dedim, bıraktı...
Bu bayan gazeteci, görevini yapmasına engel oluyorsunuz!
Peki, siz avukatı mısınız?
Hayır, dedim, ben onun şefiyim! (Kendime fahri şeflik unvanı da verdim!)
Yaklaşmak için itişip kakışıyoruz. O sırada, Yıldırım Bey gördü. Hacı Turgut Bey baktı, “Ne oluyor?" gibisine:
Polisler size yaklaştırmıyorlar, gazeteciler görevlerini yapamıyorlar; dedim. Gazetecilerin yanlış yazdığını söylüyorsunuz, ama gazetecilerin görev yapmaları engelleniyor!
Polisleri şikâyet etme, karşılığını verdi Hacı Turgut Bey; onlar da görev yapıyorlar. Gazeteciler de biraz uzaktan izlesinler...
O sırada, Çağdaş Gazeteciler Derneği Başkanı, ANKA'dan Rahmi Yıldırım, şöyle dedi:
Ama, ondan sonra yanlış yazdığımızı söylüyorsunuz!
Hacı Turgut Bey'in yüzünü hiç bu denli karışmış görmemiştim. Yüzünün çizgileri altüst olmuş gibiydi. Gorillerden biri Rahmi Yıldırım'a
Ekmekçi ha, bu Ekmekçi! demiş. Ne demekse...
Ayşe Sayın ile öbür gazeteciler iyice yaklaşıp görevlerini yapmaya başlayınca, ayrıldım oradan. Ayşe Sayın'a sordum:
Duyabiliyor musun konuşmaları?
Duyuyorum!
İyi!
Cumhurbaşkanlığı Basın Danışmanı Metin Yalman geldi, özür diledi!
Genç gazetecilerin, görevlerini aksatmadan yapabilmelerini sağlamak bizlerin göreviydi. Onlara yardımcı olmalıydık. Gazetecilerin görev yapmaları engellenince yapılacak tek şey vardır; "boykot"! Hacı Turgut Bey'in gorilleri, gazetecileri yanına yaklaştırmıyorlar mı? Gazeteciler, karar alırlar, uğramazlar yanına. Gazeteciyle ilişki, demokrat insanların işidir. Ancak faşistlerin yanına varılmaz. Gürsal'in, İnönü'nün, Korutürk'ün, Ecevit'in, Demirel'in burunlarının dibinde gazetecilik yapardık. Politikacılar, artık sevimsiz olmaya başladıklarını gördükleri zaman, gazetecilerden uzaklaşırlar. Aynaya bakmak istemezler. Korkarlar aynadan...
10 Haziran 1990, Cumhuriyet