Öğretmenler Birleşin!

Eğit-Der’in kurultayıyla Meclis'in açılışı üst üste geldi. "Dünya Barış Günü” dolayısıyla yoğun bir gün yaşandı. Meclis başkanı Kaya Erdem'in, cumartesi akşamı Meclis bahçesinde verdiği kokteylde, bir eski CHP’li bakan şunları söyledi:
Düşürülmesi iyice güçleşiyor. Bir İsmet Paşa gerekli belki, o da yok!
Hacı Turgut Bey'den söz ediyordu. SHP'liler, uzaktan uzaktan gidiyorlardı. Karşılaştıklarımız bile:
Ekmekçi artık biri sevmiyor, diyorlardı. Niye sevmeyelim canım? Siz görevinizi yapın; partinizin içinde demokrasiyi işletin, faşizm heveslilerini atın başınızdan, gösteri arkasında koşanların dersini verin; görün, bakın halk sizi nasıl sevmeye başlıyor! Daha ne söyleyelim? Dost acı söyler diye bir söz var, anlasın artık herkes...
Hacı TÖ’nün konuşması sırasında, muhalefetin salonda bulunmaması, tutarlı bir davranıştı. Teoman Erel'in "Böyle kritik bir anda muhalefet sıraları boştur! Büyük yanlışlık” sözlerine katılmıyorum. Hacı TÖ’nün, değirmenine su taşıyıcılığı yapmanın âlemi yok.
Meclis Başkanı Kaya Erdem'in kokteyli ilginçti. Bin kişi vardı! Gelenler, masalara baktılar şöyle bir; kavun, karpuz, üzüm, muz, kivi, armut! Önce meyvelere saldırıldı. Sonra baklavalara, şöbiyetlere geldi sıra; daha, sıcaklar gelmemişti. Dönerle, pilav için beklemek gerekiyordu uzun kuyrukların sonunu. Döner için ustalar nazlanıyorlardı; saat 20.30'da başlayacaktı dönerlerin sunuluşu. Beklemedik artık! Çağrıtıları, çağrısızları, türbanlı bayanları, kurdelalı kız çocukları döner kuyruğunda bırakıp çıktık.
Muhalefet milletvekilleri, Meclisi terk edip kulislere çekilince ANAP'lılar, muhalefetin bıraktığı sıraları hemen doldurmuşlardı. TV'de Hacı Turgut Bey'in “monolog" biçimindeki konuşması verilirken, TV muhalefet sıralarını gösteriyordu. Aaa, o ne? Erdal Bey'in sırasında şişmanca bir ANAP’lı oturuyor! Yanında da bir başka ANAP’lı var. Leyla Hanım şöyle dedi:
Ne kadar ayıp! Muhalefet sıralarını Meclis boş değilmiş gibi göstermek istiyorlar; başkasının yerine oturmak çok çirkin!
Aman efendim, onlar ulusun sırtına oturmuşlar, yağma Hasan'ın böreği örneği, soğana çevirmişler! Bir boş sıraya oturmuşlar, çok mu?
Diyeceğim, kimse yutmadı Meclis'teki bu gösteriyi!
* * *
Eğit-Der'in İkinci Olağan Kurultayı'nı izledim. Çok elektrikli, gürültülü geçti, ama çoğu kuru gürültüydü. İlk gün neredeyse kavga çıkacaktı. Çıkmadı. Bir öğretmen, arada Ankara'da bir esnaf dostuna uğramıştı...
Ooo, hoş geldin, hayrola ne var Ankara'da?
Bizim kurultayımız var, dedi öğretmen, Eğit-Der kurultayı var!
Kavga çaktı mı, diye sordu arkadaşı hemen.
Öğretmenlerin kurultayı deyince, neden hemen usuna kavga gelmişti ki? Kurultaya gelenlerin çoğu, yaşlı insanlardı. Unlarını elemişler, ancak daha eleği asmamışlardı. Saçlarını, öğrencilerine, insanlarına bir şeyler vermek, onların yüreklerini de kendi yürekleri gibi barış, insanlık, eşitlik, duygularıyla doldurmak, haksızlıklara karşı direnmeyi öğretmek için ağartmışlardı. Görevlerinin bitmediği bilincindeydiler. Paydos zili daha çalmamıştı. 12 Eylül'le, onun uzantısı bugünkü yönetim, öğretmenlerin dernek kurmalarını yasaklamıştı, öyle mi, öyleyse emekli öğretmenler kurarlardı derneği, ama kesinlikle kurarlardı. Yasakçılar ışıktan, aydınlıktan, demokrasiden korkuyorlardı. Yazıklar olsun bugünün kılkuyruk bürokratlarına, yasakçılarına! Yasaklar koyarken utanmıyorlar da! "Bizim de çoluk çocuğumuz var mı?" demeye getiriyorlar! Hay şirin...
Doğrusu, Eğit-Der Kurultayı'nın ilk günü kavgalı, gürültülü geçti. Bir grup “Eğitsen''ciler ne yapıp yapıp olaylar çıkarmaya niyetli gibiydiler. Yaşlı öğretmenler “Eğitim-İş’'çiler bu oyunlara gelmediler, öğretmenlerin 80 yıllık bir örgütlenme deneyimleri vardı, ilk kez, sendika kurmak için başvuruyorlar, hak istiyorlar bunun yasal olarak düzenlenmesi için siyasal erki ellerinde tutanları zorluyorlardı. Kavga çıkarmayı düşünenler; saldırılarla, kavgalarla yıldıracaklarını, kaçıracaklarını mı sanıyorlardı! Bu filmleri, daha önce de görmüş olan deneyimli, saçları ağarmış biri şöyle bağırdı:
Kaçanın avradını...
Kurultay, Ankara Anakent Belediyesi'nin Gençlik Parkı içindeki Ceyhun Atuf Kansu Salonu'nda yapılıyordu. Delegeler, kartlarını almak, kurultaya katılmak için uzun kuyruklar oluşturmuşlardı. Sessiz, gürültüsüz, inançlı, inatçı bekliyorlardı sıralarını. İnsanın gözlerini yaşartacak bir görünümdü bu. Torunlarını parklarda gezdirmeye alışık bu insanlar, çağdaş, barıştan yana bir eğitim; insanın tüm yeteneklerini geliştirmeyi amaçlayan, parasız bir eğitim; demokratik, laik bir eğitim için düşmüşlerdi yollara.
Öğretmenler, çalışan öğretmenler, Eğit-Der'e yaslanarak "Eğitim-İş"ı kurmuşlardı. Eğit-Der içinde bir grup da “Eğit-Sen" kurmak istiyor, kavga buradan, bölünmeden çıkıyordu. Mustafa Gazalcı'nın başı çektiği ''Eğitim-İş”çiler, sonunda kurultayı 92-63 kazandılar. “Eğit-Sen'liler yitirdiler. Ama anlaşılan o ki Eğit-Der Kurultayı'nı yitirenler, Kasım ayındaki Eğitim-İş Kurultayı'nda sonuç almaya çalışacaklar. Ören'den yazdığım bir "Ankara Notları"na “Eğitim-İş'in İşi Güç..." başlığını koymuştum. Kimi öğretmenler, o zaman alınmışlardı. “Neden güç olsun?” diyorlardı. İşin güçlüğünü, izlediğim bu kurultayda daha açıkça gördüm. Diyeceğim şu: öğretmenler birleşin, birleşmek zorundasınız!
Eğit-Der Kurultayı’nda, ilginç iletiler okundu. Bunların içinde biri, Töb-Der eski yönetim kurulu üyelerinden, şimdi yurtdışında yaşama zorunda kalan Tekin Üstün'ün iletisi, bana, iletilerin en ilginci göründü. Tekin Üstün, iletisinin bir yerinde özetle şöyle diyordu:
"Eğitim emekçilerinin hak arama mücadelesinin şu içinde bulunduğumuz, tarihsel önemi büyük olan aşamasında yapacağı sıçramayı coşkuyla, kıvançta bekliyorum. Ve ben bu mücadelenin dışına düşürülmüş birisi olarak dehşetli kederler içindeyim. Sizlere imreniyorum. Sizleri kıskanıyorum. Ve korkunç bir özlemle hepinizi bağrıma basıyorum.