Baykalcı il başkanlar. Ankara'da yaptıkları toplantıda, Kastamonu İl Başkanı Mehmet Yıldırım’ı “komite başkanı" seçtiler. Mehmet Yıldırım’ı tanımıyordum; çalışmalarını, kim olduğunu kurcalamak istedim. Mehmet Yıldırım’ın “Baykalcı” olmaktan başka bir ayrıcalığı, özelliği pek yok gibi geldi bana. Kastamonu İl Başkanı ama, çokluk İstanbul’da oturuyor. İşleri de İstanbul'da. Daha doğrusu İstanbul’un SHP’li belediyelerinde; örneğin Ümraniye’de!
Kastamonu, 26 Mart belediye seçimlerinde, SHP'nin en başarısız olduğu illerden biri. Oy oranı yüzde 19, 14 Aralık 1977'de Kastamonu’da CHP'nin oy oranı yüzde 39'du. Şimdilerde Kastamonu'da SHP'li üye sayısı 1200’den 200'e düştü. Gelelim Mehmet Yıldırım'a: Yıldırım, inşaat mühendisidir; Karayolları'nda, Köy Hizmetleri’nde ihalelere girer, inşaat yapar. Araç ilçesinde üstlendiği bir stabilize işini zamanında bitirmediği için, ihalesi feshedilir. İş, çok eski değil, 1989 yılına ilişkin bir iştir. Mehmet Yıldırım'ın adı, bir daha ihaleye giremeyecekler arasında Resmi Gazete’de yayımlanır. Gazetenin tarihi 22 Mart 1990, numarası 20469, sayfası da 61’dir. Bundan sonra, Mehmet Yıldırım'ın elinden kim tutar dersiniz? İşini bir çeşit, İstanbul'a taşır Mehmet Bey! Ümraniye Belediyesi’nde iş alır. Ümraniye Belediyesi, SHP’de ya, ver gitsin ihaleyi!..
Başarısız Kastamonu İl Başkanı’nı da “Baykalcı Komite’nin başına seçtirdin mi, genel başkanlık çantada keklik! (Adaylığı alamadı ama, artı, ek işleri hesaplıyor, açıklayacak)
Deniz Baykal'ın Kastamonu'yla da Araç ilçesiyle de yakın ilgisi var. Deniz'in çocukluğunun büyük bölümü Araç'ta geçti. Babası Hilmi Bey, 1934'te Araç'ta Tekel memurluğuna atanmış, burada on yıl kalmıştı. Deniz, 1938'de doğdu. Annesinin Antalya'da evi olduğundan yazları Antalya'da geçerdi. Antalya'dan İnebolu'ya vapurla gelirler, oradan Araç'a geçerlerdi. Araç'ta söylentiye göre, Deniz Baykal denizde, vapurda doğduğu için adı “Deniz" konmuştu. Gök adındaki erkek kardeşi ölmüştü. Deniz'in annesini, babasını, ablası Sevim'i “Deniz Baykal Belgeseli”nde yazan Güneri Civaoğlu, nedense Baykal'ın Araç’ta geçen çocukluk yıllarına hiç değinmez. Deniz'in babası Tekelci Hilmi Bey, iyi bir “akşamcıdır!
Bu anlattıklarımı, Araç’taki eski Tekelcilerden Satılmış Yetkin çok iyi anımsamakta. Hilmi Bey, 1944'ün ilkbaharında. Tekel Satış Amiri olarak, Kastamonu'ya atanır. Yazları, yine Antalya'ya anne evine gitmeyi sürdürürler. Deniz Bey'in, Güneri'ye Kastamonu'dan, Araç'tan hiç söz etmemesi ilginçtir.
Deniz Bey, Araç'la zaman zaman ilgilendi. Olaylardan biri şöyle: 1979’da Deniz Bey, enerji bakanıyken; Araç Kaymakamı Vedat Müftüoğlu, Satı Deveci adındaki kişinin benzin istasyonunu kapatır. O yıllarda, benzin durumu biliniyor. Kurallara bağlanmıştır. Benzinci kural dışı davranmıştır. Satı Deveci'nin kayınbabası Kemal Ünal, Taşköprü CHP İlçe Başkanıdır. Deniz Bey, Kaymakam Vedat Müftüoğlu’nu arar:
Kaymakam Bey, Araç’taki Satı Deveci'nin benzin istasyonunu kapatmışsınız!
Evet kapattım, sorumlularını da mahkemeye verdim!
O istasyon bir partilimizindir; onu derhal açın!
Açamam efendim! Beni buradan alırsınız, yeni gelecek kaymakam açar!
Telefon kapanır, iki ay kadar sonra, Kaymakam Vedat Müftüoğlu, Araç'tan alınır, başka ilçeye verilir. Vedat Müftüoğlu, şimdi Van Vali Yardımcısı, Vedat Bey'le konuştum, “öyle bir olay yaşadık!" dedi. “Görevden alınışım, onunla mı ilgili bilmiyorum. Aradan 12 yıl geçti.”
Güneri Civaoğlu, "Deniz Baykal Belgeselinde, onun çocuklukta, okulda, “domates” adını aldığını, Olcay’la okulda tanıştığını anlatır da, Olcay'ın, Deniz’in öğretmeninin kızı olduğunu ne yazmaz. Bilmez!
Gazetecilerin, yazarların kimi, SHP'deki olaya demokrasi açısından değil, ahbapçavuş ilişkileri açısından yaklaşıyorlar. Yıllardır destekledikleri, Deniz Baykal'ın artık vurup geçmesini istemekle, daha sonrasının ne olacağı onları hiç ilgilendirmemektedir. Gerçekler gözlenebilmekte, gözardı edilebilmekte. Baykal'ın cuntasından Adnan Keskin. İzmir'de, SHP Genel Başkanı Hinthorozu Erdal Bey’e ağzına geleni söylemiş, “Allah kahretsin!" sözlerini kullanmış, ertesi günü “Erdal Bey'e söylemedim, başkasına söyledim!" diyebilmiştir. Yeniasır'da çıkan fotoğrafı çeken Ergun Ulcay ile muhabir Barış Selçuk, tüm gazetelerde çıkan sözlerin, Keskin'in İnönü'ye yöneldiğinde söylendiğini doğrulamaktadırlar. Adnan Keskin, kürsüye doğru yönelip, şöyle bağırmış:
Allah kahretsin! Partiyi bu hale getirdin! Şimdi git, partiyi Yüksel Çakmur'a teslim et!
Yeniasır muhabiri, “Kürsüde o sırada, bu bağırmaya muhatap İnönü idi” diyor. Keskin, sonra düzeltti. O sırada bağırış İnönü’ye idi!
Hizipçilik, parti içinde de "partizanlığa" rahatça dönüşebiliyor. Kimi SHP’liler için örneğin, ANAP’lılar, SHP'lilerden daha yakın olabilir! Bu hizipçiler için geçerlidir. Sincan Belediye Başkanı Aziz Gürsoy, Erdal Bey'e “12 Eylül'ün ürünü” dedi. Disiplin Kurulu'na verildi. Baykalcı Disiplin Kurulu, Aziz Gürsoy'un cezalandırılma istemini reddetti. Adnan Keskin; verilse ne olacak? Aziz Gürsoy'u, İstanbul'dan gelen Deniz Baykal, gitti, kutladı!
Bunlar, anlatmakla bitmeyecek trajikomik işler, ister ağla, ister gül. Eninde sonunda koyacak adaylığı. Hacı TÖ'nün Çankaya'ya tırmanışı gibi, en sonunda...
* * *
Eski Demokratlardan Menderes, Zorlu, Polatkan üçlüsünün gümütlerinin anıt-gömüte devlet töreniyle nakledilmelerinin yankıları sürüyor. Uğur ne güzel yazdı; onların yalnız adları demokrattı!
Gömütlerin, Imralı’da bırakılması yanlıştı. Bu konuda, CHP'nin eski bakanlarından İbrahim Saffet Omay, taa işin başından başlayarak, konuşmalar yapmış, başvurularda bulunmuştu. Omay, İmralı'da yıllar önce savcılık yapmıştı. Türk Ceza Yasası’nın 12/5 maddesi de asılan kimsenin cenazesinin tören yapılmadan, gömülmek üzere, mirasçılarına verilmesini öngörmekteydi. Mirasçıları olmadığı, ya da kabul etmedikleri takdirde, belediyece gömüleceği belirtilmekteydi. İbrahim Saffet Omay, gerek partisi CHP içinde, gerekse hükümette, 12 Eylül'den sonra da, mektupla Devlet Başkanı Kenan Bey'e başvurarak, üç kişinin cenazelerinin nakledilmeleri gerektiğini bildirmiş, bunun savaşımını vermişti. Ancak, İbrahim Saffet Omay, girişimlerinden bir sonuç alamayınca, sonunda herkesin TV'de izlediği “gömüt sömürüsü” de yapılacaktı...
TV’yi izledikten sonra, taşlama ustası Hasan Çelebi, şu dizeleri düştü:
“27 Mayıs ki, muhteşem bir dramdı / Kahramanları ise asılan üç adamdı/ Ne zaman ki o dram, politikaya düştü / Son perde de ucuz bir komediye dönüştü. / Tarih verir hükmünü, neydiler nasıldılar?/ Onlar anıt gömüt’te bir daha asıldılar!”
Ölüm cezalarına karşı çıkmayanların asılanlara ağıt yakmaya hakları yoktur.
20 Eylül 1990, Cumhuriyet