Bir belediye otobüs şoförü İlhan Selçuk'a yazmış mektubu; mektubuna dizeler eklemiş. Şöyle demiş özetle:
“Sayın İlhan Bey, sizi yazılarınızdan ve seminerlerinizden tanıyorum.
Siz, yazarlar ve muhalefet bir Özal'ı durduramadıktan sonra, benim gibi dar gelirli, sabit gelirli, bordro mahkûmu bir şoförün elinden ne gelir bilemiyorum.
Dar kalıplara sokularak sindirilmiş, bezdirilmiş bu millete, bu vatana ne yaparım da uyanmaları için bir katkıda bulunurum diye düşündüm ve yazmış olduğum şiirlerden birkaç tanesinin değerlendirilmesini sizin takdirlerinize bırakıyorum.
“Aydın, sen, düşün dur, yaz dur, çiz dur, / Aydın sen, söylen dur, didin dur, yırtın dur..
Çırpınıyorlar hep boşuna, / Göz dikmişler bak aşına /Gitse de gitmesede hoşuna / Zincir vurmuşlar her düşüne.
Sabah gider iken işine / Sinsi çakal düşer peşine/ Gitse de gitmese de hoşuna/ ödül koymuşlar mağrur başına.
Kelepçe vururlar düşüne / Cop sokarlar mı bilmem kıçına / Gitse de gitmese de hoşuna / Hele bak, kan karışmış çişine.
Alışmışlar bunlar koşuma, / Kovanın boş pembe loşuna / Gitse de, gitmese de hoşuna / Otu taç yaparlar başına.
Nazar mı değdi can eşine/ hine, kopuğuna, keşine / Gitse de gitmese de hoşuna / Bakmam ……leşine..”
Otobüs sürücüsünün, İlhan Selçuk'a yazdıkları, çaresizliğin, umarsızlığın, umutsuzluğun dizeleridir.
Taşlama ustası Hasan Çelebi, “Türban"la ilgili şu dörtlüğü düştü: "Tahtı da vardı tacı da demokrasimizin / Yalnız, tacın sırmalı bir püskülü eksikti. / O sorunu da çözdü Anavatan Şirketi/ Tacın üstüne püskül diye türbanı dikti."
Türban yasasıyla, kıyak aylıkların Meclis'ten çıkar çıkmaz, Çankaya'da onaylanması ilginçti. Daha ilginç olanı, “Türban” yasasının yürürlüğe konuşunun ardından, "Anıt-Gömüt”e koşuşup Atatürk'e saygı duruşunda bulunuluşuydu. Saygısızlığın bu denlisi olabilir miydi?
Kocatepe Camisi’ndeki Said-i Nursi gösterilerine ne denir? DYP’li milletvekilleri orada; Süleyman Bey telgraf göndermiş. Süleyman Bey, yıllarca Nurcularla ayakta durdu politika sahnesinde. Borcunu ödüyor olmalı Said-i Nursi'ye. Nurculara böylesine ödün verir, yaslanırsanız, bir Nakşibendi müridi çıkar, o da anasını Süleymaniye Camisi'nin avlusuna gömer. Sonradan çıkan boynuz, kulağı böyle geçer! Süleyman Bey, bir gün telefonda şöyle demişti:
Allah sizden razı olsun. Yine de insaflı yazıyorsunuz...
Elbette insaflı yazacağız Süleyman Bey, biz siz miyiz? karşılığını vermiştim.
Yıllar önce, bir yazımda, Süleyman Bey'in, böyle din sömürüsü yapışını eleştirerek "Süleyman Bey, bir daha siyaset yaşamına dönemeyecek biçimde gidecektir!” demiştim. 12 Eylül'ü hesaplayamamışım; onu da Bülent Bey'i de 12 Eylül kurtardı. İkisi de döndüler. 12 Eylül, kimleri kurtarmadı ki!
* * *
Adnan Binyazar’ın eşi Filiz Hanım, 5 ekim günü Çorum’da, doğduğu yerde toprağa verilmişti. Filiz'in cenazesi Berlin'den getirildi. Yıllarca çektiği sayrılıktan kurtuluştu ölümü belki de.
Filiz'in ölümünden önce, Adnan Binyazar'ın, Almanya'daki dostlarından Nebahat Fohlreich'a, yazdığı bir mektup var; izinlerini alarak yayımlıyorum bu mektubu:
“Değerli Nebahat Hanım,
İçtenlikli mektubunuza teşekkür ederim. Filiz, mektubunuzu hastanede, beyninin son algılamalarını kullanarak okudu. Kuşkusuz çok mutlu oldu. Sizin, darlıklara ulaşan bir yönünüz var; mektubunuz böyle bir dar anda buldu bizi. Sağ olun.
Filizin durumu hiç iyi görünmüyor. En büyük şansım olan evliliğim böylece sona eriyor. Kendimi çok yalnız ve güçsüz hissediyorum. Direnme kaynaklarım, okumak ve üzerine düşen işleri yapmak. Bir de Filiz’e kul köle olurcasına yardım etmek. Hayat dediğimiz de bundan başka ne olabilir?
Türkiye ile ilgili renkli günlerinizi, Rudi’nin yürüyüşlere katılışını duyunca sizlere çok imrendim. Bir mücadelede dost solukları arasında olmak en büyük mutluluktur. Benim ise şu sıralar, mutluluk damarlarım tıkalı, iyi günleri ummaktan başka gücüm kalmadı. İyi günler ise aslanın ağzında bile değil ki koparıp alayım.
Sizin sevecen dünyanıza mutsuzluklar aktarmak istemiyorum. Demek ki insan acı çeken yaratıktır; acıyı çekmenin de bir sorumluluğu vardır. Böyle bilgece bir düşünceye yaslanarak kendimi biraz avutuyorum.
İlginize teşekkürlerimi sunarım. Resme de ayrıca teşekkür. Her resimde bir gül solar. Ben gülün solduğu akşamların bir çaresiziyim.
İyisi mi burada bitireyim mektubumu. Yazdıkça kötümserliğim artıyor. Tekrar selam, saygı; size ve Rudi’ye.. Filiz'den; yani solan bir gülden de. Arkadaşlara da selam.
Adnan Binyazar”
1 Kasım 1990, Cumhuriyet