Sevgi Soysal'ın "Barış Adlı Çocuk” öyküsü çok etkilemiştir beni. Sevgi Soysal, 22 Kasım 1976’da kanserden öldü. Sevgi arkadaşımdı, onun için çok yazılar yazdım. Londra’da sayrıevinde yatarken sayrıevi adresini vermiştim okurlara, Sevgi’ye mektup yazsınlar da Sevgi’yi yaşama bağlasınlar diye. Yazanlar olmuştu. Cezaevinden çıktığı günlerden birinde 12 Martlarda asılan Yusuf Aslan'ın babasıyla karşılaşmıştık. Yusuf Aslan’ın babası Karşıyaka'daki gömüt taşlarının kırıldığından yakınıyordu. Sevgi şöyle demişti:
Onlara gömüt taşı gerekmez, bir gün onların anıtları dikilir..
Madaralı Roman ödülü Seçici Kurulu yeni oluşmuştu. Kurulda ben de vardım. O yıl -hangi yılsa- Sevgi Soysal'ın romanına ödül vermemiştik. Oylamanın sonunda, Sevgi'ye telefon ettim:
Seçici kurul toptandı, oylama yapıldı, sana oy vermedik!
Senin canın sağolsun! dedi.
Aslında Sevgi güzel romanlar yazdı; seçici kurul, köy enstitülü ağırlıklıydı bir bakıma; Sevgi az biraz ters düşerdi...
Seçici kurulun Sevgi’nin bir romanına ödül vermemiş olduğuna yanmışımdır hep.
“Barış Adlı Çocuk”. Sevgi Soysal’ın 12 Mart döneminde Ankara'da Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu'nda geçen anılarından biridir. Kadınlar ya da kızlar koğuşunda, kızlar volta atarlarken Zafer adındaki bayan polis görevlisi, tutuklu kızların canını sıkmaktadır. Sevgi Soysal anlatıyor güzel biçemiyle:
“Polis Zafer bir süredir her koğuşa girdiğinde herkesin hazrola geçmesini istiyor. İkide birde içeri girdiğinden, dayanılacak bir durum değil bu. Zafer'in polisliği her tutukluluk gününü ikiye çarptırıyor. Yapmadığı yok, adam dövmeye kadar. Her gün Zafer'e karşı yeni bir direnme biçimi geliştiriliyor. Sinirler allak bullak. İsyan çıktı çıkacak.
Bir anlamda yılmak olmayacak mı bu, diyor Selma.
Hayır, biz o komut vermeden ayağa kalkacağız, onun ilk komutu ister istemez rahat olacak, biz de onu dinlemeyeceğiz. Öyle put gibi duracağız. Buna karşı yapabileceği hiçbir şey, hiçbir yasal dayanak yok.
Yasası mı kaldı arkadaşlar…
Ben bu öneriyi tuttum.
Kabul edenler! Edilmiştir!
Parlamentoya bak, bitirim. Ayol siz niye İşçi Partisi'nde kalmadınız? Milletvekilleri tamam, yalnız hela temizleyecek hademe eksik... Güler yine.
Bu konuyu temizleyeceğimize size söz verdim.
Tam o anda açılıyor koğuşun kapısı. Demir sürgülerin çekilişini, zincir ve kilit seslerini dinliyor hepsi.
Zafer'le karşılaşmadan önce bütün koğuşu saran gerginlik kopma noktasında.
Kapı tam açılmadan hepsi hazrola geçiyorlar. Ama kapıdaki Zafer değil. Gerginlik anlamsız bir çamaşır ipi gibi gevşiyor.
Şişmanca, anaç yüzlü bir polis kadın bu. Hiç görmedikleri biri. Gülerek bakıyor içeri, en beklenmeyeni, eliyle bir çocuğu tutuyor. Zafer'in içeri girerken tabancasını tuttuğu eliyle. Dört ya da beş yaşlarında, sarışın bir oğlan çocuğunun elini tutuyor cin bakışlı bir çocuk.
Haydaaaa!
Güler’in sesi patlıyor önce. Sonra hazrolunu bozup salına salına havalandırmaya çıkıyor. Ardından herkeste bir gevşeme. Aylardır tek sıra halinde havalandırmaya çıkmaya, her havalandırma öncesinde hırslı ve kinli, sıraya girmeye öyle alışmışlar ki bu ansızın karşılaştıkları gevşeklik şaşırtıyor, rahatsız ediyor onları.
Yeni polis bütün bunların farkında değil. Gidip masanın üstünden bir bardak alıyor.
Bu bardağı kullanabilir miyim? Çocuk susadı da.
Ses çıkmıyor. O da gündelik bir şey yapar gibi bir ev kadını tavrıyla su veriyor çocuğuna. Arkası koğuşa dönük. Bir elinde çocuk, bir elinde bardak. Bu cezaevi görevlerinin hiç yapmadıkları bir şey. Hep koğuştakiler onlara arkadan saldıracakmış gibi davranırlar. Hele Zafer, hayvanat bahçesinde yırtıcı hayvanlann kafesine girmiş acemi bakıcı gibi davranır. Bir eli tabancasında...”
Sevgi'nin "Barış Adlı Çocuk” öyküsü çok güzel. Sevgi ile arkadaşları, yeni gelen polis bayanın çocuğunun adının “Barış" olduğunu öğrenirler. Adı ‘‘Barış” da olsa, polis çocuğunu sevmek istemezler. Bayan polis görevlisi, zaten geçici olarak gelmiştir, istenmediğini de görünce istifasını verir gider. Nina adındaki tutuklu, görevli bayan polise şöyle der giderken;
Bizim insan sevmediğimizi, hele çocuk sevmediğimizi sanmayın. Biz insanları sevdiğimiz, çok sevdiğimiz için buradayız. Ne var ki üstünüzdeki üniformayla kötü deneyimlerimiz var. Siz isteseniz de istemeseniz de bir şeyleri temsil ediyorsunuz. Biz halkı ezen bu düzeni, yapılan haksızlıkları. Onun için kusura bakmayın, davranışımız üzmesin sizi..."
Ben asıl Savaş adındaki çocuktan söz etmek istiyordum. Savaş istemeyen, savaşa karşı olan Savaş’tan. Savaş ortaokul üçüncü sınıfta okuyor. Keman çalıyor, Mozart'ı, Çaykovski'yi, Berliotz’u, Paganini’yi seviyor. Annesine deodorant, sprey kullandırmıyor. “Bunlar ozon tabakasına zarar verecek" diyor. Annesi bir yaş gününde bir losyon, bir koku armağan etmişti, o sıralar ayrımında değildi, ama usu başına geldikten sonra bunu kullanmamaya başladı. “Ozon tabakası" olayı gündeme geldiğinden beri dolapta kaldı Savaş'ın kokusu. Evde tükenmiş naylonları sobaya atmalara karşı çıktı. "Hava kirlenecek" diyordu. “Çöpe atalım, anneciğim!" diye ekliyordu; "Bu da zararlı, ama daha az zararlı!"
Savaş, okulda krik krak yiyor, cebinde poşeti kalıyor ya, onu yere atmayıp eve getiriyor. Çiklet kâğıtları da öyle. Savaş, savaşa da kirliliğe de karşı.
George Bush, savaştan yana. Bunu bilmeyen mi var? Savaşın ocak ayında olacağını bangır bangır bağıranlar var. Şubat ayında "Körfez”de kum fırtınaları başlıyor çünkü. Bush'un "Körfez'deki petrolle ilgisi, petrolcülüğünden mi geliyor, CIA başkanlığından mı? Kennedy'yi bir CIA ajanı öldürmüş 27 yıl önce. CIA Başkanı Bush bunu bilmez mi, bal gibi bilir! Cinayeti biliyor da açıklamıyorsa ne olur? Bush, 1924 doğumlu, Hacı TÖ'den üç yaş büyük! Teksas’ta kimi petrol şirketlerinin kurucu ortağı oldu (1953-1954). 1959'da politikaya atıldı. Cumhuriyetçi Parti'de etkin görevler aklı. 1964'te Senato seçimlerine girdi, ancak başarılı olamadı. 1966'da yine Cumhuriyetçi Parti'den Temsilciler Meclisi’ne girdi. 1970'te Senato seçimlerini kazanamadı. 1971-72’de Nixon, onu Birleşmiş Milletlerde büyükelçiliğe atadı. 1973'te Cumhuriyetçi Parti’nin Ulusal Komitesi Başkanı oldu. 1974’te Ford, onu Pekin’deki Amerikan İrtibat Bürosu'nun başına getirdi. 1976-77’de CIA başkanlığı yaptı, daha sonra Reagan’ın yanında ikinci başkanlıkta bulundu.
Kenan Beyin anılarını izliyoruz korku filmi gibi; bir de Bush’un anılarını okuyabilsek, kim bilir ne korkuludur? Annneeee!
20 Kasım 1990, Cumhuriyet