Ergin Orbey’in sahneye koyduğu, ‘'Belgelerle Kurtuluş Savaşı” adlı oyunda Vahdettin, şöyle bir söz söyler:
Millet bir koyun sürüsü; ona bir çoban lazım, o da benim!
Oyunu, Atatürk'ün doğumunun 100. yılında DTCF Tiyatro Bölümü öğrencileri oynamışlardı, daha sonraki yılarda Devlet Tiyatrosu'nda da oynandı. Ergin Orbey'in unutulmaz oyunlarından biridir. Vahdettin’in o sözünü sonra kitaplarda da gördüm.
Cumhuriyet okurlarından Ruhbil Kalender’in Almanya'dan yolladığı yeni yıl kartı beni düşündürdü. Ruhbil Kalender, gülmeceyi seven bir okur. "Güzel yeni yıllar" yazan kartın üzerinde bir çobanla koyunlar var; Ruhbil, çobanın kepeneğinin üstüne “Hacı TÖ” diye yazmış. Koyunları da Türkiye haritası içine almış. Üstte kayan yıldıza da “özgürlük” yazmış. Koyunların her biri illeri belirliyor. Altına da şunları yazmış:
“Sayın Ekmekçi,
Türk halkının bir yılı daha böyle mi geçecek?"
Kartın iç sayfaları daha güzel! Bir domuz, saksıdaki çiçeklere bakarak usundan şunları geçiriyor:
“Sevgili Ekmekçi...
Beni Türkiye'de senden başka doğru dürüst seven yok.
Acıktıkları zaman bile saklı saklı etimi yerler, gizli gizli dana eti diye satarlar, bu mudur dürüstlük?
Ama senin sayende yavaş yavaş korunmaya ve sevilmeye başladım. Bu yüzden çok mutlu oluyorum. Yeni yılınızı en içten dilek ve temennilerimle kutlarken sana sağlık, mutluluk ve esenlikler dilerim."
Bu tümceler, bir okla domuza çevrilmiş. Öbür sayfada da yine\bir mozak (domuz yavrusu) o da şöyle diyor sözde:
“1992 yılında tekrar buluşmak umuduyla hoşçakal... Sevgili Ekmekçim."
Bitmedi, Ruhbil Kalender, bir sayfasına da kartın şunları yazmış:
“Sevgili ağabeyim,
Eğer seni bu yılbaşı kartımla biraz olsun mutlu edebildiysem, -22 milyar verse dahi- o duyguları tadamam. Bizlere şu yaşadığımız ortamda milyarlar lazım değil, sizin gibi insanlar lazım. Onun için kendine iyi bak. Çünkü sizler yalnız eşinize, çocuğunuza ait insanlar değilsiniz. Sizler 57 milyonun kurtuluş yolunun şantiyesinin ustalarısınız. Selam ve saygılarımla.”
Breh breh! Bunun üstüne Ruhbil’e ne ısmarlasam acaba? Kendime çok iyi bakıyorum. İnanın domuz gibiyim! Dün kalp krizi geçirmemin ikinci yıldönümüydü. Bir hafta önce de trafik kazası geçirmemin ikinci yılı. İsmet Paşa bir gün Şeref Bakşık’a sormuş:
Rakı içiyor musun?
Hayır Paşam, öyle kötü alışkanlıklarım yok!
Keşke içseydin, demiş Paşa. İçirememiş Şeref Bakşık'a rakıyı. "Şeref Bakşık'a rakı içirmeden ölürsem gözlerim açık gidecek!" demiş. Paşa ölünce bunu yazmış; "İsmet Paşa’nın gözleri açık gitti!” demiştim.
İsmet Paşa, genel yazmanı Şeref Bakşık'a sormuş yine:
Sen hiç kalp spazmı, kalp krizi filan geçirdin mi?
Hayır Paşam, ağzınızdan yel alsın, geçirmedim!
Keşke geçirseydin, demiş Paşa.
Neden?
O zaman daha dikkat ederdin!
Muammer Aksoy öyle derdi kalp krizi geçirdiğimde:
Sen de, ben de sarı kart gördük, artık daha çok dikkat edeceğiz yaşamda!
Gericilerin kurşunları öldürdü Muammer Aksoy’u. Ardından Çetin Emeç, Bahriye Üçok, Turan Dursun! Tümünün Ölüşü, dirisinden güçlü çıktı. Amaçladıkları tersine döndü gericilerin...
İzmir'den yazan Bayan Gül-Şen, bakın neler demiş:
“Sevgili Ekmekçi,
Sizi seviyorum. Sizin yazınız olduğu gün Cumhuriyet bana daha güzel görünür. Fotoğrafınızı bile görmedim. N'olur bana imzalayıp yollayabilir misiniz? Beni çok mutlu edersiniz.
Ben ‘Cumhuriyet okuru' olmayı kolay elde etmedim. Bunun için mücadele verdim. Eşim, 'ortanın sağında’ fikirleri olduğundan Cumhuriyet'e pek sıcak bakmazdı. Şimdi o da tiryakisi oldu. Küçük oğlumla birlikte büyük kavga vererek kazandık. Büyük oğlum, Cumhuriyet gazetesini eline alırsa solculuk bulaşacağından korkardı. Çünkü o bir askerdir. Zamanla o da bize gelince gözatar oldu. Size yazmak için dayanılmaz bir istek duydum, rahatsız ettim, lütfen beni bağışlayın. Sayın Ekmekçi, size bazı karalamalarımı yolluyorum, içimden geldi. Size sevgilerimi, saygılarımı yoluyorum. Lütfen kabul edin."
Gül-Şen’in "TV güzeli" başlıklı bir karalamasından dize:
"Her gün camdan baksan da, / Kurdeleler kessen de, /Çağ atladık desen de / inanamam nedense.
Bu ne israf tantana / İstenmeden koltukta / İnatla oturana / Alışamam nedense
İşkenceden dayaktan, / Açlık grevlerinden / TV bahsetmez ama / öğrenirim nasılsa (nedense).”
şık Gül-Şen, dertlerini böyle dizelere, sözcüklere dizmeyi seviyor. Okurumuzun sevimli mektubuna çok teşekkür ediyor, ben de yeni yılını, tüm okurlarla birlikte kutluyorum!
Hacı TÖ’ye “alışamadığını" telgrafla bildirdiği için emekliye ayrılan Teğmen M. Şeref Baba şunları yazmış:
“Yeni yılınızı kutlar, sağlık, mutluluk ve başarı dolu günler dilerim."
M. Şeref Baba, Ankara'da Karanfil Sokak No: 5/55te çalışıyor, çeviri işleri yapıyor.
Erzincan Özel Tip Cezaevi’nden 5. koğuştan yazanlar şöyle diyorlar:
“Sayın Ekmekçi,
Ülkemizde açlık grevleriyle, işçi grevleriyle, işkenceleriyle, mahpusluklarıya, sürgünleriyle, yasaklamalarıyla, sansürleriyle omuzdaş olmuşsa ölümle yaşam yan yana; düşünen, düşündüğünü halkının ve tüm insanlığın yararına uygulayan bizler, yurdumuzun toprağının bir ürünüyüz. Bir çiçek gibi. Yabancı topraklarda yetişmez bu çiçek. Yetişse de memleket özleminde yeterince tüm güzelliğiyle açmaz. Başka türlü yüzdür, başka biçimdeyizdir, mahpusluğumuza rağmen yeni yaşam yolculuğunun kavgasında. Bunun kavurucu ateşini yüreklerimizde duyumsarız her gecemizde, her günümüzde. Sanki yeni şafaklara koşar gibi.
Bir gün bu kelepçeler, taş duvarlar, tel örgüler arasındaki mahpusluklar da bitecek. Yeniden halkımızla ve siz dostlarımızla birlikte olmanın yaşam sıcaklığında özgürlükler boy verecek.
Yeni bir yaşama, yeni bir yıl içinde selam olsun diyerek sizin ve tüm dostlarımızın yeni yılını kutluyor, çalışmalarınızda başarılar ditiyoruz. Bizlerin yaşamına gösterdiğiniz duyarlılığınız, övüncümüz, gururumuz oluyor. Teşekkür ederiz.
Bu inançla, bu sevgiyle esen kalın.
Levent Aralan, Kadir Alpaslan, Zekeriya İnan, Yaşar Durmuş, Şükrü Gündoğdu, Sabahattin Yalçınkaya, Yunus Ocak.”
Düşündüm, çok duygulandım. Çocukları böyle olan bir ulus, sürü olamaz!
1 Ocak 1991, Cumhuriyet