Salı sabahı, yazıyı çatmaya çalışıyorum; eşim akşamdan nohut ıslatmış:
Bugün nohut yenecek galiba!
Eee, diyor, artık savaş yemeklerine alışın bundan sonra!
Haşlama kabağıma biraz nohut karıştırıp yermişim; az da salata, tamam!
Herkes GİMA'ya saldırdı, bir şey bırakmadı savaş kışkırtıcıları yüzünden. Bizim ev tamtakır. Olsun, böyle daha iyi!
Öğretmen, Türkçe dersinde, ilkokul beşinci sınıf öğrencilerine, şöyle dedi:
Kurallı birleşik fiiller diyoruz, biz buna Türkçede. Dört tane, bunlar Yeterlik, tezlik, sürerlik, yaklaşım belirtiyorlar. Yaklaşım belirten birleşik fiiller “yazmak”la yapılıyor, ikinci fiil “yazmak” oluyor, “öleyazdım", “Düşeyazdım”, “Güleyazdım” gibi. Örneğin, 16 ocakta savaş çıkmazsa eğer, "çıkayazdı" diyeceğiz. Ama çıkmadı...
Öğretmeni heyecanla dinleyen minik kız Deniz, şöyle dedi:
Keşke öğretmenim!
Minik Deniz'in öyküsü bana, Nâzım Hikmet'in "Kızçocuğu” şiirini anımsattı; şöyle:
"Kapılan çalan benim / kapılan birer birer. / Gözünüze görünemedi / göze görünmez ölüler.
Hiroşima'da öleli / oluyor bir on yıl kadar. / Yedi yaşında bir kızım, / büyümez ölü çocuklar.
Saçlarım tutuştu önce, / gözlerim yandı kavruldu. / Bir avuç kül oluverdim / külüm havaya savruldu.
Benim sizden kendim için / hiçbir şey istediğim yok. / Şeker bile yiyemez ki / kağıt gibi yanan çocuk.
Çalıyorum kapınızı / teyze, amca bir imza ver. / Çocuklar öldürülmesin / şeker de yiyebilsinler.”
Nâzım, şiiri 1956'da yazmış, Hiroşima'nın yıldönümünde. Hiroşima’ya bombayı Amerika atmıştı; Amerika şimdi de, yeni bombalar atmaya hazırlanıyor. Nâzım'ın yine 1956'da yazdığı “Bulutlar Adam öldürmesin” şiirini de vermek istiyorum.
O da şöyle:
"Analardır adam eden adamı aydınlıklardır önümüzde gider / Sizi de bir ana doğurmadı mı? / Analara kıymayın efendiler.
Bulutlar adam öldürmesin.
Koşuyor altı yaşında bir oğlan, / uçurtması ağaçlardan, / siz de böyle koşmuştunuz bir zaman. / Çocuklara kıymayın efendiler.
Bulutlar adam öldürmesin.
Gelinler aynada saçını tarar, / aynanın içinde birini arar.
Elbet böyle sizi de aradılar. / Gelinlere kıymayın efendiler.
Bulutlar adam öldürmesin.
İhtiyarlıkta aklına insanın / tatlı anılan gelmeli yalnız. / Yazıktır, ihtiyarlara kıymayın, / efendiler siz de ihtiyarsınız.
Bulutlar adam öldürmesin.”
Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın “Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç” adlı bir yapıtı var 1910'da yazılmış. "Halley” kuyruklu yıldızının dünyamıza çarpacağı söylentileri yayılınca, “Aman kuyruklu yıldız çarpıp, kıyamet kopacakmış, bir an önce evlensek” diye düşünenler olur. Şimdi de, savaş var diye, her çeşit saldırganlık artmış mıdır ne? Savunmanımız Gülçin Çaylıgil, "artmıştır” dedi, “Bunu benim söylediğimi yazabilirsin!” Yıl, 1991, simetrik, sempatik bir yıl; sevimli mi sevimli, insanın içini gıcıklıyor; bir de savaş kışkırtıcıları, savaş tamtamları...
Çankaya Evlenme Dairesi'nden memur Çeşminaz Hanıma sordum, “Savaş öncesi evlenmeler ne durumda?” diye; değişen bir şey yokmuş; eskisi gibiymiş. Ama evlenme başka, aşk başka öyle değil mi?
Ahmet Turan Alkan'ın "İletişim Yayınları"nda çıkan "Ubeydullah Efendi'nin Amerika Hatıraları”nı okuyorum; emekli elçi Sacit Somel armağan etti. Ubeydullah Efendi ilginç bir Osmanlı aydını; Ubeydullah Efendi (1858-1937) seksen yıla varan bir yaşam sürmesine karşın, evlenmemiş. Bir dolu işlere girer çıkar; milletvekili olur. Bir ara, Beyoğlu Evlendirme Memurluğu da yapar. Görevi sırasında imza atan gençlere şöyle takılır:
Bakınız, evlatlarım; siz istediniz, siz başvurdunuz, siz geldiniz, ben ister istemez nikâhlarınızı kıyıyorum. Benden vebal gitti. Ancak her ikinizden de bir ricam var. İnşallah etmezsiniz ya, yarın öbürgün birbirinizle kavga ederken çok rica ediyorum küfür ve beddua edeceksiniz, Allah aşkına birbirinize, haydi bilemedim evlenmenize sebep olanlara ediniz. Beni ve sülalemi bu küfür ve bedduaların dışında tutunuz.
Ubeydullah Efendi, niye evlenmediğini soranlara da şu yanıtı verir
Yıllardır bu kadar genci evlendirerek günahlarına giriyorum, bari kendi kendimin günahına girmeyeyim!..
Savaş bunalımı içinde, herkes bir yerlere saldırıyor; kimi, Gima'lara, kimi bankalara, kimi kadınlara saldırıyor. Gülmesini unuttuk neredeyse. ABD Dışişleri Bakanı James Baker’ın, dedelerinden birinin ekmekçi olup olmadığını sordum; gazeteciler sorsun istedim. Kimse sormadı, belki soracak olanak bulamazdı. ABD Büyükelçisi Mr. Abramovvitz'i aradım; yazmanı Hülya Hanım, soruyu sordu; Abramowitz, kahkahalarla gülmüş, “Gizlidir açıklayamam!” demiş. Ama büyük dedelerinden birinin “fırıncı” olduğu kanısı onlarda da varmış. Böyle soyadları çok yaygınmış...
Dünyanın her yerinde, savaşa karşı gösteriler yapıldı, yapılıyor; Amerika'da yapılan bir gösteride "Blood For Oil” yazısı vardı; “Petrol uğruna kan” mı demek?
SHP'nin, 13 ocak pazar günü Pendik’te yaptığı "Savaşa Hayır" toplantısının yankıları geliyor Ankara’ya. Hinthorozu Erdal Bey’in esprili konuşmaları ilginç. Kalabalıklardan Erdal Bey keyiflenmiş, şöyle demiş:
Bu akşam TRT’nin işi çok zor. Kamerayı nereye çevirse insan dolu, nereye takarsa taksın, insan var. Akşam, işleri çok zor bunların. Ama mutlaka gösterecekler, onlar göstermezlerse... Ben onlara gösteririm!
Otobüsün üzerinde yürüyor, şöyle diyor — Otobüs küçük geliyor artık, ufak geliyor otobüs ufak. Tren lazım bize. Boydan boya yürümeliyiz üzerinde...
Hacı TÖ'yü eleştiriyordu, konuşması sırasında:
Kısa bir savaş olmalıymış! Kim söyledi sana savaşın kısa olacağını? Nerden duydun, savaş çıkacak da kısa olacak diye? Önemsemiyor da. Yani, savaş kısa olursa, o savaşta ölenler, kısa süre sonra dirilecekler miymiş?
Saddam'a gidişini anlatıyordu:
Ben Saddam'a gittim bir süre önce; tabii elini sıktım. Bana kızmış Sayın Özal, "Diktatörün elini niye sıkıyorsun?” diye Tabii, diktatör, ama yeni diktatör olmadı ki Saddam? Eskiden beri diktatör. Kendisi de gitti biliyorsunuz Özal oraya, bırakın elini sıkmayı, bir kere sağ yanağından, iki kere sol yanağından öptü! Orada âdet öyleymiş. Ben onu da yapmadım! Ben kendi elini de sıktım, Özal'ın elini de sıktım. Ben halkın mutluluğu için sıktığımda da görev yapmaya gitmiştim...
Birazcık gülümsetmek istedim. İnsanlarda gülümseyecek hal kaldıysa. Her yerde kan aranıyor, çünkü...
İşte başladı...
17 Ocak 1991, Cumhuriyet