Askerler Ne Düşünüyor?

Nurullah Ataç, kimi zaman uyku tutsun diye yatağına uzanır, okurmuş. Ben de öyle yapıyorum. Aziz Nesin'in "Dünya Kazan Ben Kepçe Irak ve Mısır” adlı kitabını okurken göz- kapaklarım kurşun gibi ağırlaşıyor. En ilginç olayları da o sırada yaşıyorum. Uyanınca, gördüklerim bir düş müydü, yolsa gerçek mi diye şaşırıyorum, bir yorum yapamıyorum...
TV'de izliyorum, Irak'ın elindeki savaş tutsaklarının konuşmalarını. Belli, adamların iler tutar yerleri kalmamış. Amerikan kaynakları, Arapların, savaş tutsaklarına saldırıda bulunulmuş olacağını da ileri sürüyorlar. Amerikalıları asıl deliye çeviren de bu olasılıklar. Kimi ülkelerde sorgulama yöntemleri nedense, böyle cinsel bayağılıklarla sürdürülüyor. Amerikalıların sanıları, Türkiye’de yetkililere yansıdı mı? (Dilerim söylentiler doğru çıkmasın.)
Neyse, Yıldırım Akbulut, sonunda İncirlik’ten Amerikan uçaklarının kalkıp Irak'taki kimi hedefleri bombaladıklarını üstü kapalı da olsa açıkladı. Akbulut, bu açıklamayı Genelkurmay çevrelerinden gelen uyarılar üzerine mi yaptı ne? Askerler, sivillere:
Ne oluyorsa açıklayın, neden saklıyoruz ki? demiş olmalıydılar.
İncirlikten her tip uçak kalkmaktaydı. İçlerinde yalnız B-52 bombardıman uçakları yoktu. Onlar, fazla göze çarpacak ağırlıktaydılar. B-52’ler daha çok, aşağıdan geliyorlardı. Amerikalılar, Irak'ın tüm sanayisini, alt yapısını çökertmek mi istiyorlardı? B-52’ler, halı serer gibi bomba atıyorlardı. Bombaları döşemeye bir uçtan başlıyor, karşı uca dek gidiyorlardı.
Pazar günü hava koşulları çok kötüydü. Onun için güneyine Irak'ın çok az "çıkış” yapılabildi.
Türkiye'de askerler, Irak’tan gelebilecek herhangi bir füze saldırısını, hiç ama hiç umursamıyorlardı. Füze, onlara göre öylesine önemsizdi ki, şöyle diyorlardı:
Bizim bir topçu bataryası bile, daha büyük yıkıma neden olabilir! TV'de İzlediniz, Riyad'da gördünüz. 45 metre çapında, 15 metre derinliğinde bir çukur açıyor, oda düştüğü yerde... (İsrail'e atılan, 3 ölü ile 100'e yakın yaralıya neden olan füze saldırısı daha sonra oldu.)
Bu füzeleri merak ediyorum; emekli Albay Yılmaz Erkekoğlu iyi bilir o konuları. Füzelerin düzel (normal) erimi (menzili) 200-250 km. imiş. Daha uzağa gitsin, haydi İsrail'i vurayım diye erimi yani menzili arttırmışlar; ama erimin artması demek, yakıtın artması demekmiş, yakıt artınca da, patlayıcıdan eksilme oluyormuş. Onun için uzağa atılan füzelerin yıkım gücü az oluyormuş. Erim uzadığı için ayrıca, nişan alınan yere tutturmak güçleşiyormuş. Füzelerin sadece, psikolojik etkilerri çok büyükmüş, yoksa korkacak şeyler değillermiş, öyle diyorlardı;
Füzeden bu denli korkarsa insan, hava bombardımanı olsa ne yapar? Bir, on dakikalık hava bombardımanı 2000-3000 füze demektir. O nedenle, üç-beş füze bir şey değil!
(Oldu olacak, kırıldı nacak; Ziya Paşa'nın kulağını çınlatayım: “Erişir menzil-i maksuduna aheste giden/Tiz-i reftar olanın pâyine damen dolaşır")
Amerikan uçaklarının, sadece ekonomik ve askeri yerleri bombaladığı ileri sürülüyordu. Sivil yerleşim yerlerine, kentlere kesinlikle bomba atmıyorlardı. Diyelim üç apartman yan yana. Ortadaki bir askeri kuruluş; onu bombalayıp ayrılıyorlar. Askeri kuruluş yıkıldığı halde, sivil binalar olduğu gibi duruyor.
İlk bombardımanlarda, yıkım yerleri belli olduğu için aynı yerlere, ikinci, üçüncü çıkışlar yapılıyor. Irak uçakları, hep beton koruganlarda saklandığından, bunları bulmakta güçlük çekiliyor. O nedenle, havaalanları, uçuş kuleleri, radarlar bulunup havaya uçurulmaya çalışılıyordu.
Peki, ama Irak da, elindeki füzeleri Suudi Arabistan'a, İsrail'e atabildiğine göre daha elinde füzeleri, kaynakları vardı demek.
Var füzeleri elbette, bütün füze rampaları yok edilemedi daha.
Amerikalılar, çokuluslu ortaklar ilk gün çok uçak yitirmişlerdi. Ancak bunu hemen açıklamamışlar, saklamışlardı (Demek, onlar da saklıyorlardı! Hâlâ da, kesin bir sayı vermiyorlar.) Irak'ın 18 uçak düşürdüğünü açıklıyordu Amerikalılar, ama bu bizimkilere göre, 30 dolayında olmalıydı.
Askerler, çok rahat görünüyorlardı; Irak'taki gelişmelerden mutlu oldukları bile söylenebilirdi.
İşin iç politika yönü ayrı, siyasal savaşım ayrı diye düşünüyorlardı. Politika bizi ilgilendirmiyor. Ancak, bir şeyin altını çizmek gerek. Irak, bizim açımızdan çok büyük bir tehlikeydi. Kuveyt'in üzerine oturabilseydi, 1-2 yıl içinde Türkiye'ye saldırabilirdi. Saddam, Ortadoğu önderliğine oynuyordu. Suriye'ye de saldıracaktı. Belki inanmayacaksınız, ama Türkiye'de savaşa en çok karşı olanlar askerler. Savaşın getireceği yıkımı en iyi bilenler onlar. Türkiye'de kimsenin kabul etmediği bir şey var: “Irak’tan bize ne? Ondan bize ne zarar gelir? Irak’la, Kuveyt birbirlerine girsinler, bizi hiç ilgilendirmez’’ diyenler çok. Ama kazın ayağı öyle değil!
Anlayacağım, bu Irak, Türkiye'nin başına çok işler açarmış; Amerika mangaldan kestaneleri çekiyormuş da...
Peki, o zaman Amerika'nın şeyi olmayacak mıyız? Zaten...
O, işin politik yönü, o ayrı. O da sizin sorununuz!.. Askerler ne düşünüyor? Ne yapmak istiyor? Bu konudaki düşünceleri neyse, muhalefetin de bilmesinde yarar yok mu? İktidar, hükümette olduğu için biliyor. Ama muhalefet öyle mi ya? Ordu, onun için kapalı kutu olmamalı. Kapalı kutu olmak, askerleri de yaralar. TV'lerden dünyadaki durumu izliyoruz, her şey nasıl açık tartışılıyor. Silahlı Kuvvetler, örneğin. Mecliste Milli Savunma Komisyonu’nda, üyelere kapalı, açık toplantılarda bilgi veriyor. İyi de ediyor. Savaş sırasında neden yapmıyor aynı şeyi?
Saddam Hüseyin'i merak ediyorum; nerede acaba, ne yapıyor? Neden sesinden iletisi yayımlanıyor da, resmi yok?
Onu bilemiyoruz, diyorlar, jandarmanın verdiği bilgiye göre, Kerkük'le Tigrit arasında bir yerdeymiş.
Jandarma mı?
Evet! Bizim jandarmanın, Irak'tan kaçan sığınmacılardan öğrendiği, Iraktan, Türkiye'ye geçenleri ilk jandarma sorguya çekiyor ya. Jandarmanın aldığı ifade taaa yukarıya gelmiş işte...
Tigrit, Saddam Hüseyin’in doğduğu köy. Arap köyü. Kerkük, Türkmenlerin oturduğu il. Saddam Hüseyin, 1937 doğumlu Sünni Araplardan. Türkleri hiç sevmiyor mu? Kerkük ilinin adı eskiden de Kerkük’tü. İl adı Arapçalaştırıldı, "Et’temim" oldu. İzmit'in il adının Kocaeli oluşu gibi. "Temim”, il anlamına. Aziz Nesin'in yazdığına göre, yalnız Kerkük değil, pek çok yerin adı Arapçalaştırılmış; dağ, tepe, ırmak adlarına dek. Bir Irak Türkmen!, şu dörtlükle acısını dile getiriyor, bakın: “Men ezelden kebabem / Bir hanesi harabem / Özüm Türk, aslım Türkmen / Nasıl diyem Arabem?
Aziz Nesin, şunları yazmış:
"...Salt Irak'ta değil, başka ülkelerde de azınlıkta kalan Türklerin doğrudan ve dolaylı baskılara uğramalarının, anadillerini unutmaya itilmelerinin en baş sorumlusu öğretileri gereği barışa düşman ve saldırgan olan sağcı güçlerdir..."
Yurtdışından, yurtiçinden, "savaşa hayır" mektupları geliyor. Bir süredir, doğum yeri Artvin'de olan taşlama ustası Hasan Çelebi, Ankara’ya döndü. Şu dörtlüğü düştü: “Hodri Meydan, dedi külhanbeyi Saddam../Ve sonuç çirkin, kötü Sam Amca'yı sevdirdi töze... / Ey yırtıcı şahinlerimiz halkımıza /Çok dikkat edin, Saddam’ı sevdirmeyiniz..."
Uyandım. Kitap göğsümde uyuyakalmışım. Neler de görmüşüm?