19 yıl 4 gün içeride yattıktan sonra çıkan 12 Mart mahpusu Aydın Çubukçu'ya sordum:
Biraz yaşamöykünü anlatır mısın? Okurlar, 19 yıl içeride kalan bir insanı merak ederler, kolay anımsamazlar.
1947 doğumluyum, bermutad. Ceza almama neden olan eylemden önce basın-yayın yüksekokulu öğrencisiydim, üçüncü sınıf öğrencisiydim. 1971 'de eylem oldu, 1972'nin şubatında yakalandım.
Eylem neydi?
İzmir Ziraat Bankası'na ait banka aracının soyulması. Hani şu, dört milyon liralık soygun. O zaman çok büyük paraydı bu... Gerisi hapishane! 19 yıl...
Şimdi ne yapmayı düşünüyorsun? O hakların ne olacak? Öğrenciliği sürdürme olanağı var mı?
Şimdi, 1974’te çıkan af, bana bir hak tanıdı, ama 1974ten bu yana hâlâ o hakkım devam ediyor mu onu bilemiyorum. Zaten artık sanmıyorum, yani okulla falan bir ilişkim yok. Askerlik sorunum var gündemde. Üç aylık bedelle askerlik hakkım var, sonra da işte... Bakalım. Toplum bana bakıyor, ben topluma bakıyorum, öğrenmeye çalışıyorum.
Evdekiler çok sevinmişlerdir. Gelebiliyorlar mıydı cezaevine?
Geliyorlardı; oğlum Emrecan, bayramlarda mutlaka gelir; Emrecan Eylem, Özlem’in sınıf arkadaşıdır.
Şimdi kaç yaşında Emrecan?
19 yaşında. Ben girdiğimde henüz doğmamıştı. Hacettepe'de okuyor şimdi.
Hacettepe'de nerede?
Kimya mühendisliğinde. (Emrecan'ı, çocukluğundan tanıyordum, kızlarımın arkadaşıydı. Babaannesi Neyire Hanım, Çankaya İlkokulu'ndaki "müsameretere” gelir, orada görüşürdük. Anlatmayı sürdürüyor Aydın Çubukçu...) İnsan yatarken pek farkına varmıyor; 19 yıl! Ben çıktıktan sonra işte. "Hayret bir şey, vay be!" falan dedikçe, ben de bakmaya başladım ve 19 yıl gözümde büyümeye başladı. Doğru, öncesinde farkına varmıyorsun, yatıyorsun işte! Yıllar, bir bir geldi geçti. 19 yıl olduğunun pek farkında değilsin. Ama dönüp bakınca görülüyor, çok büyük bir zaman, gerçekten büyük zaman olduğunu anlayabiliyorsun. Ama değerlendirdim. Çalıştığı sürece insan, okuduğu, yazdığı sürece, kaybedilmiş zaman olmuyor.
Ne yapabiliyorsunuz orada?
Ben, biri yayımlanan, diğeri yayımlanmak üzere olan iki kitapla çıktım. Çıkan kitabı size göndermiştim, ulaşmadı mı? "Mantık ve Diyalektik". (Ulaştı, aldım.) İkincisi de “Kültür ve Politika" henüz yayımlanmadı. Ama hazır; yayımlanmak üzere. Onun dışında bol bol okudum, yazmaya çalıştım. Yâni zaman bulduğum her anı, biraz daha ileriye gidebilmek, kafamı dinç tutabilmek, düşüncemi sağlıklı tutabilmek için kullandım.
Nâzım'ın şiiri var ya, hani (Nâzım’ın, "Hapiste yatacak olana bazı öğütler" şiiri).
Nâzım'ın şiiri oturur. Çok güzel bir şiirdir. İş yapmadan, yani “Zaman geçsin, nasıl olursa olsun, geçsin!" diyen insan kaybeder. Kazanmak için çalışmak gerek. Zamanı geçirmek için değil, kazanmak için çalışmak gerekiyor. Direnebilmenin bir yolu bu. İşte... Ben sanıyorum kazandım. Yani, kafaca sağlamım.
Kafaca ve bedence şey gösterenler var mıydı? Yâni, böyle...
Onları yazma da Ekmekçi, ………(o tümceleri yazmıyorum) Tabipler Odası bir anket formu göndermişti, bunu yazabilirsin. Cezaevinin yüzde 40'ına yakın bir bölümü kalıcı hastalıklardan (sayrılıklardan) mustarip. Kalp, ülser, az sayıda kanser, romatizma, verem. Bunlar kalıcı hastalıklardan, Yüzde 40 oranında. Gelip geçici hastalıklar, asabi hastalıkta dersek, sağlıklı insan sayısı çok az. İyi değil. Yâni, mahkûm milleti ıstırap içinde. Hastalık çok. Malatya Cezaevi'nde iki buçuk yıl “müşahade hücreleri" denilen yerde kaldım. Dört metre karelik hücrelerdir bunlar. Ben, 2.5 yıl orada yattım. Yalnızca dini yayınlar ve ders kitaptan serbestti. Din kitapları okudum, matematik çalıştım. Fen fakültesinden, "Matematik Derneği’nin kitapları vardı, onları getirttim. Onlarla uğraştım, ama uğraştım; kendimi bilerek, yaptığım işi bilerek, ne yapmam gerektiğini düşünerek, bana dayatılan o "tek delik" içerisinde (Aziz Nesin'in Tek Delik" öyküsünde olduğu gibi) ne yapılabilecekse, yine kendim seçerek yapmaya çalıştım. Onu başardığımı sanıyorum. Yani, herkesin yapmaya çalıştığı, pek çok insanın da cezaevinde başarabileceği bir şey. Zor değil.
* * *
İki Hasan'ın da anma günleri birbirine denk geldi. Hasan Hüseyin Korkmazgil’le, Hasan Ali Yücel, birkaç gün arayla ardı ardına toplantılarda anıldılar. İki Hasan'ın, iki adaşın yazgıları da benzedi birbirlerine. Hasan Hüseyin, öğretmen çıktı, ama bir yıl bile öğretmenlik yapamadı. Eğitim, ekin savaşçısı Hasan Ali, yapıtlarının temellerine dinamit atılıp yıkıldığını gördü, yaşadı. Hasan Hüseyin, Hasan Ali'yi çok severmiş. Mehmet Aydın, öyle dedi. Ozan Hasan Hüseyin için Ankara'da "Sanat Kurumu”nda yapılan toplantıda, Dinçer Sezgin, Prof. Olcay Önertoy, Vecihi Timuroğlu, Mehmet Aydın, Azime Korkmazgil konuştular. Hasan Hüseyin için İstanbul'da da Lütfi Kırdar salonunda, "şenlik" düzenlendi. Şenliğin geliri, "Nâzım Hikmet Vakfı"na ayrıldı.
Hasan Ali için de bugün İstanbul'da, Caddebostan'daki Kadıköy Kültür Merkezi'nde saat 17.00'de bir anma toplantısı yapılıyor. Hasan Ali Yücel'in ölümünün 30. yılı dolayısıyla yapılacak toplantıda, Mualla Eyuboğlu (Anneger), Mehmet Başaran, Vedat Günyol, Sami Karaören, Can Yücel konuşacaklar.
İki Hasan'ı da sevgiyle anıyorum.
26 Şubat 1991, Cumhuriyet