Gazetecilikte bir yöntemimi söyleyeyim: Günceli yakalayıp, bununla gelecek arasında bir bağ kurmak. Bu bağ kuruldu mu, gazetecilik, yazarlık çok kolay, zevkli bir uğraş olur. Düş kurmaya, düş görmeye bayılırım. 17 Mart 1991 Pazar günü çıkan 'Hacı TÖ'nün Planları’ başlıklı 'Ankara Notları', güncel ile geleceğin, yani gerçekle düşün bir bileşkesi gibiydi kanımca. Yazının bir yerinde şöyle demiştim. Yineliyorum:
"...Kim ne derse desin, hızlı bir planın uygulamasına geçilmiş bulunuyor gibi. Hacı TÖ, martın son haftasında Amerika'ya uçuyor. Oradan yüklü bir yardımla dönerse temmuz ayında memurlara büyük bir zam var; eylül ayında da seçim. Temmuza varmadan haziranda Çankaya'dan ayrılıp ANAP genel başkanlığına soyunabilir. Yerine de Kaya Erdem bakar. ANAP Genel Başkanı olunca yine başbakan olur; partisini usulca çeker çevirir. Bu arada cezaevleri boşalır. İktidarda kalmak için muhalefete düşmemek için her şey yapılır.
Bütün bunlar ona bir seçim daha kazandırır mı? Kazandırmaz, ama bu son şansıdır. Çankaya'ya tırmandıktan sonra ANAP’ın dağılıp gideceğini gördü hemen. Ne yapmalı? Buraya kadar gördüğüm düşler, uyur uyanık düşünceler...''
Evet, 'Hacı TÖ'nün Planları' böyle gidiyordu. Hacı TÖ, Amerika'ya vardı, İlhan Selçuk'un deyişiyle George İbn-i Bush’la görüştü. Plan başladı!
Daha o yoldayken. ABD’den iki yüz milyon doladık ek yardımı aldı! O, iki yüz elli mi bekliyordu? Olsun, 200'ü veren 250'yi de verir.
Hacı TÖ, en başta ABD ile tecimi (ticareti) sağlamaya çalışıyor. ABD ile uygun bir ‘ticaret anlaşması'. Bunu şimdiye değin, Türkiye gerçekleştiremedi. Bu, yıllardır Hacı TÖ'nün düşü, hayali idi. ABD ile tecim anlaşması yapan ülke sayısı o denli azdı ki. ABD, herhangi bir ülke ile oturup tecim anlaşması yapmıyordu. Çok az ülke ile anlaşma yapmış, kendi ülkesi yararına birtakım sınırlamalar koymuş, iki yanlı, eşit bir tecimsel anlaşmaya hiçbir zaman yanaşmamıştı. Eğer Amerika'yla uygun bir tecimsel anlaşma olursa, Türkiye için büyük bir dışsatım olanağı bulunacak, bu da döviz dengesini değiştirecekti. Hacı TÖ, 'Enflasyonu önleyecek bir olay' diye düşünüyordu. Araplara bir şey satmamız hiç önemli değildi. Oysa, Amerika'nın boyutları başkaydı. Sovyet’lerde de bu olanak yoktu. Onlardan alacağımız çok şey kalmamıştı. Biz onlara, sanayi ürünleri satacak durumdaydık. Türkiye 'Ortak Pazar'a girse bile hangi yerli arabayla. Ortak Pazar ülkesinin arabasıyla yarışacaktı? ABD büyük bir pazardı Türkiye için. Tekstil malları gereksinimini ABD, Uzakdoğu’dan karşılıyordu. Onlara çok büyük kotalar vermişti...
Kongreden çıkan yardım dışında Hacı TÖ, şunun üzerinde duruyordu: Devlet kanalıyla değil de Amerikan Tırmalan kanalıyla, yeni olanaklar, yeni yatırımlar sağlamak.
Tecimsel açıdan olduğu gibi askersel, bir de siyasal açıdan Amerika ile bütünleşiyorduk. Irak'la ilişkilerin bu duruma gelmesinden sonra Suriye ile yakınlaşma başlamıştı. Suriye’ye mutça (bedava) su veriyorduk. Suriye, Amerika'ya yaklaşırken Türkiye’ye de yaklaşmayı uygun görmüş, suya da kavuşmuştu. 'Bekaa' da Suriye'deydi ha...
Hacı TÖ, askersel açıdan, Genelkurmay'ın ‘gereksinim listesi'yle mi gitmişti? Genelkurmay, ‘Şunu, şunu, şunu... istiyoruz!’ mu demişti?
En önemli isteklerden biri, 'Helikopter fabrikası'ydı. Bunu, Türkiye’de bir Amerikan firması kuracaktı. O firmaya George İbn-i Bush'un yeşil ışık yakması gerekti.
Tank sanayisi, füzeler... Patriotlar o denli önemli değildi, bir açıdan lükstü. Daha uygun bir savunma zinciri, bir ağ biçiminde füzeler...
Genelkurmay, bunların tümünü sıralamış, Hacı TÖ’ye vermiş miydi?
Amerika, 'Arap olmayanlara' mı önem veriyordu? Arap olmayan kim vardı ki? İran, İsrail bir de Türkiye!
Hacı TÖ’nün bir umudu, DYP'yi ya da DYP oylarını, sağ oyları, ANAP'a katabilmek miydi? Umut işte, düş işte! Olmaz olmaz deme, olmaz olmaz...
Sol ne yapıyor? SHP ile DSP birleşebiliyor mu?
Taşlama ustası Hasan Çelebi, şu dizeleri düştü:
“İkisi de atılgan, atak değildi demek/Biri mandaya, biri savaşa karşı 'durdu'. /Şu manda altına biz, taa o zaman girseydik/Şimdi Türkiye küçük Amerika olurdu! /Ah, bücür, usu kısa azgelişmiş ülkeler/Mandalaşmak dururken, sürüngenleşmeseler...”
Ankara'da ‘Tanilli Günleri’ vardı. Onu anlatacaktım olmadı. Vedat Dalokay'la eşi Ayçe, trafik cinayetinde öldüler. Nasıl yandım anlatamam!
Vedat Dalokay, SHP’den ayrıldıktan sonra çok pişman olmuştu. 'Yanlış yaptım!' diyordu. Dönemiyordu da artık. Onun unutmadığım, çok, pek çok güzel davranışları vardı. Şevket Süreyya Aydemir öldüğünde, tabutun Türk bayrağına sarılmamış olduğunu görünce, "Şevket Süreyya bayrağa sarılmaz olur mu” demiş, belediyenin bayrağını, tabuta sarmıştı!
Dolakay’la eşinin cenazelerinin kaldırıldığı Maltepe Camisi avlusu dün ana baba günüydü.
24 Mart 1991, Cumhuriyet