Ayşe İlhan, 1930’lu yıllarda Sabahattin Ali’nin sevdiği, mektuplaştığı arkadaşı. Sabahattin Ali’nin özel mektupları, “İki Gözüm Ayşe” adıyla, Ataol Yayınları arasında çıktı. Ayşe İlhan adı, Kitap yayına hazırlanırken. Ayşe’nin baba adı olan “Sıtkı" kullanılarak düşünülmüş. Ayşe Sıtkı, benden "Ayşe İlhan" diye yazmamı istedi. İlhan, Ayşe’nin ölen eşinin soyadı; o, Ayşe'nin mektupları yayımlayacağını duyunca heyecanlanmış, galiba da çekinmiş biraz. Ayşecik, eşini üzmemek için, “Ayşe Sıtkı" adını kullanmayı yeğlemiş.
Ayşe, Sabahattin Ali’nin mektuplarını 60 yıl saklamış. Evlenince, bir arkadaşına götürüp, saklamasını istemiş. Saklanması ne iyi olmuş. Bu mektuplarda, çok kimsenin tanımadığı bir Sabahattin Ali çıkıyor ortaya. Bir gönül adamı Sabahattin Ali, tepeden tırnağa sevgi adamı. Sabahattin Ali’nin sevgi coşkusuna karşılık Ayşe daha bir kendini tutar görünüyor. O yılları bir düşününce, daha da hak veriyorum Ayşe'ye. 1930’lu yıllar, Atatürk'e, İnönü'ye taşlamalar yazmış, hapis yatmış bir Sabahattin Ali; bunlara hiç aldırmayarak ona sürekli mektuplar yazan bir öğrenci kız, Ayşe. Sabahattin Ali, ona, açık kapalı hep aşkını anlatır. Mektup bekler; her mektubunda Ayşe'nin mektup yazmada geciktiğinden yakınır. Doymaz bir sevgiyle beklemektedir mektupları. Sabahattin Ali, 12.5.1934 günlü mektubunun sonuna şunları ekler:
"Adresim hep Sıhhat Yurdu’dur. Her gün eve uğrar, senden mektup sorar, 'yok' cevabını alırım. Sinop'ta her perşembe postadan bir şey çıkacağını bekleyip ancak dört beş haftada bir mektup aldığım zamanlardan bilirim bu beklemenin tadını...” (Nereden yazılmış olduğu belirtilmemekle beraber, Ankara'dan yazılmış olduğu anlaşılıyor, notunu koymuş Ayşe İlhan)
Sabahattin Ali, yine Ankara'dan yazdığı anlaşılan bir mektubunda, 28.5.34 günü şöyle diyor Ayşe'ye:
“Sevgili Ayşe,
Sana söyleyecek söz bulamıyorum. Aman yarabbi, iki koskoca ay (aycık değil) mektup yazmıyor, beni Ankara çöllerinde deliye çeviriyor, sonra da ortada hiçbir şey yokmuş gibi bir mektup. Zaten eskiden beri senin bu sükun ve itidaline hayranımdır.
Senden mektup almak için herhalde ‘darılırım, yüzüne bakamam, küstüm' diye tehdit mi savurma!). Biraz geç yazsan da alıştım dedim diye fırsatı ganimet bildin. Neyse, sana sahiden darılmak bir türlü elimden gelmiyor
‘Sana senden çok inanıyorum’ diyorsun, bu gayet tabiidir, bana yeryüzünde inanmayan bir kişi varsa o da benim. Ama hiç inanmayan. Bazen kendime olan itimadım fevkalade artıyor, bazen de on para etmez, hiçbir işe yaramaz bir insan olduğumu sanıyorum. Mamafi dün bir hikâye yazdım, tekrar okuyunca kendi etimi sıktım. Halbuki mütemadiyen çok fena olduğu kanaatinde idim. İsmi “Kanal". Bir bozkır hikâyesi. Birkaç kişiye okudum, onlar da beğendiler. Temize çekip sana da bir adet yollarım, ama bu mektuba yetiştiremem.
Mübalağalı hissettiğim doğru... Bir anda ve fevkalade şiddetle hissederim, fakat bu hissim devamlı değildir. Kısa bir zamanda durulurum. Histerim aynı ufki (yatay) hattı takip edip gitmezler. Adeta bir mütenavib (alternatif) cereyan gibi, kabarıp alçalarak, kesilip tekrar başlayarak devam ederler. Uzun zamandan beri bunun farkındayım. Ne yapayım. Bu gibi taraflarıma müdahale etmeyi aklıma bile getirmiyorum. Bunlar o kadar tali şeyler ki.."
Sabahattin Ali, büyük bir aşkla sevdiği Ayşe’ye evlenmelerini önerir. Ayşe, olmazlanır. Dost olarak kalmaları daha yararlıdır, arkadaşlıklarının sürmesi için.
Ayşe İlhan, Sabahattin Ali’nin eski harflerle yazılmış mektuplarını, Cumhuriyet'ten Doğan Akın’a bir bir okudu; Doğan Akın bunları daktiloya çekti. Uğur Mumcu’nun odasında çalışıyorlardı; kitabın çıkmasını heyecanla bekledim. Ayşe İlhan'a sordum:
Bugün olsa, Sabahattin Ali’nin evlenme önerisine yine “Hayır” der miydin Ayşe?
Demezdim! yanıtını vereli. Neresi nerde kalırsa kalsın, deyip ona koşardım!
***
Düzeltme: 12 Mayıs 1991 Pazar günü çıkan, "Kavanoz Dipli Dünya..." başlıklı ‘Ankara Notları’nda, iki sözcük yanlış çıkmış. Yanlışlıklar, dizgi ya da düzeltmeden değil, benden kaynaklanmış. Biri, Cemal Süreya’nın Hasan Eren'i anlatan yazısında bir yerde geçen "Hasan Eren dönek mi yoksa öteden beri çeşit olarak mı bulunuyordu kurumda?” tümcesindeki "çeşit” "çaşıt" olacaktı. "Çaşıt", casus demek! İkinci yanlış da, Hasan Eren'in alınmadığı Larousse'ia ilgili. Bu, “İletişim Larousse" değil, "Gelişim Larousse” olacaktır. Düzeltir, ikisi için de özür dilerim.
14 Mayıs 1991, Cumhuriyet