Tonguç’un Çilesi...

Bundan bir ay kadar önce. Antalya'dan Cumhuriyet okuru İbrahim Uyan'dan şu mektubu almıştım:
"Merhaba Sayın Ekmekçi,
Bilmem anımsar mısınız, 1987 yılında size bir mektup yazmıştım; siz de mektubumu "Okurun Gözyaşları" başlığı altında yayımlamıştınız.
Aradan yıllar geçti, ben şimdi ziraat mühendisi oldum. Ama ne yalan söyleyeyim, mesleğimi hiç yapamadım. Benim açımdan çok acı verici bir olay ama, gerçekten mesleğimi yapamadığım için kahroluyorum.
Yıllardır Köy Enstitüleri ile ilgili tüm yazılan okurum. Hatta o yıllarda çıkmış dergileri kütüphanelerden bulur okurum. Her seferinde içimde tuhaf bir burukluk olur.
Ben Antalyalıyım. Şimdi turizmle uğraşıyorum. Geçenlerde bir Finli dostumu grup halinde Anadolu turuna çıkardım. Yolda köylüleri, köyleri, tarım tekniklerini gördükçe, dostlarım "Neden bu kadar geri kalmış?" diye sordular. Ben de uzun uzun anlattım her şeyi. Uzun uzun düşündüler ve "Gerçekten yazık olmuş, çok üzüldük” dediler.
işte böyle Sayın Ekmekçi, içimde tuhaf bir burukluk ye eziklikle Anadolu'yu anlattım onlara. Çok memnun kaldılar. Havaalanında uğurlarken dostum şunlan söyledi:
Belki bir gün Köy Üniversiteleri kurarsanız:
Belki, dedim, geçmişten ders alabilirsek belki!
Size bir de Köy Enstitüleri üzerine şiirimi gönderiyorum. Umarım beğenirsiniz. Eğer yayımlama fırsatı bulursanız çok sevinirim. Ben Cumhuriyet'! sadece pazar günleri alabiliyorum. Eğer yayımlarsanız, lütfen bana bildirin"
İbrahim Uyan, daha sonra “Köy Enstitüleri Üzerine" başlıklı dizelerini yazmış. O da şöyle:
"Minicik çocukların ellerinde / Küçücük fidanlar gördüm düşümde / Çalışıyorlardı kan ter içinde / O küçücük dünyalarında / Ne özlemleri vardı kim bilir. / Bir köylüyü aydınlatmak, / Bir köye su getirmek ya da gerçekleri gösterebilmekti / Sonra o küçücük çocuklar büyüdü / özlemleri de büyüdü bir kat / İçlerinden biri anılarına daldı / Koca bozkırda harç yaptılar çamurdan / Sonra pişirdi yüzlerce çocuk / Sonra ev yaptılar, derslik kiler / Santral kurdular minicik dünyalarında / Üzüm yetiştirdiler umulmayacak yerlerde / Sonra gencecik delikanlı, hanım oldular / Anladılar gerçeği, yaşamı, doğruyu / Ama bununla bitmeyecekti her şey / Anlatmalıydılar köylüye birer birer.
Sonra o minicik köylü çocuktan / Çıktılar Anadolu'ya öğrenince her şeyi / Köy köy tarla tarla / Doğruyu anlattıkça / Kızdı birileri / Olmayacak şeyler söylendi / Sonra kapandı gerçek yuvalan teker teker / Unutturuldu tüm gerçekler koltuk uğruna yavaş yavaş.
Ben bu gerçeği Öğrendiğimde / Yirmi yaşında bir delikanlıydım / Ben de ziraatçıydım / Ama bunların hiçbirini yapamadım / Utandım kendimden, ağladım / Ama gerçekleri kimse saklayamaz / Gençlerden / Kim saptırıyorsa gerçekleri / Onlara sözüm işte Yaşar Kemaller, Talip Apaydınlar / Ve daha niceleri / Onlar gerçek değilse / Acaba o yapıların dili yok mudur? / Onlara sorun, söyler gerçekleri."
Köy Enstitülüler, her yıl 17 nisanlarda, Köy Enstitüleriyle ilgili toplantılarda, bir de marş söylerler. Bu, Köy Enstitüleri marşıdır. "Ziraat Marşı" diye anılır. Dizeleri Behçet Kemal Çağlar’ın, ezgisi ise A.Saygun’un. Marş söyle:
“Sürer eker biçeriz güvenip ötesine / Milletin her kazancı milletin kesesine / Toplandık baş çiftçinin Atatürk'ün sesine / Toprakla savaş için ziraat cephesine.
Biz ulusal varlığın temeliyiz köküyüz / Biz yurdun öz sahibi efendisi köylüyüz.
İnsanı insan eden İlkin bu soy bu toprak / En yeni aletlerle en içten çalışarak / Türk için yine yakın dünyaya örnek olmak / Kafa dinç, el nasırlı, gönül rahat alın ak.
Kuracağız öz yurtta dirliği, düzenliği / Yıkıyor engelleri ulus egemenliği / Görsün köyler bolluğu, rahatlığı, şenliği / Bizimdir o yenilmek bilmeyen Türk benliği.
Biz ulusal varlığın temeliyiz, köküyüz / Biz yurdun öz sahibi efendisi köylüyüz."
23 haziran pazar günü, Tonguç'un ölüm yıldönümünde, Cebeci gömütlüğüne giderek, Tonguç'un gömütü başında toplandık. Ali Yılmaz, Tonguç'un ayak ucuna, en az beş yüz yıl yaşayan karaçam fidanı dikti, cansuyunu döktü. Tonguç’un gömütü başında, İsmet İnönü'nün, Hasan Ali Yücelin vaktiyle yaptıkları konuşmalarıyla, Abidin Dino’nun 'Tonguç’un vasiyeti” başlıklı konuşması okundu. Hasan Ali Yücel’in Cumhuriyet’te çıkan yazısının başlığı "Çilekeş Tonguç”tu. Hasan Ali, arkadaşının uğradığı haksızlıkları, savaşımlarını anlattıktan sonra, şöyle diyordu:
"Geçelim. Vefasızlığın her nevini, ıstırabın her cinsini gördüğü halde bir defa olsun, onun, şahsi bir hınçla ağzından en cadaloz düşmanları için bile bir ağır kelime çıktığına şahit olmamışımdır. Olan varsa söylesin. Hayatının son senesine kadar oturduğu tahta evden (buna ev bile denmez, bir baraka idi) ancak toprağının ettiği para ile insan gibi yaşanacak bir durağa kavuşmuştu. Okuyor, yazıyordu. Birkaç yıl önce gittiği İsviçre'de meslek piri Pestalozzi kurumlarını incelemiş, röportaj şeklinde pek güzel bir kitap yazmıştı. Tonguç güzel yazardı. Bana 1959'da Suluova'dan gönderdiği bir mektubunun şu satırlarına bakınız!
"...On beş yıl önce beraber dolaşarak birer okula kavuşturmayı ülkü edindiğimiz Anadolu köylerinde o zaman yapılmış anıtların içine yerleştirilen genç öğretmenleri yakından gördüm, duygulandım. Bunların çoğu çoluk çocuk sahibi olmuşlar, köylere kök salmışlar. Bitli, pireli, hastalıklı, dertli köylerde rahat rahat konuşabilecek uyanık, toleranslı, yurtsever kişiler haline gelmişler. Ne yazık ki, sayılan çoğaltılamamış. 1946'dan sonra gelenler, köyleri böyle ülkücülerle dolduracakları yerde softaların ellerine teslim etmek yolunu tutmuşlar. Pusuda bekleyen cehalet, bunu nimet bilerek yeniden sahneye çıkmış; ileri fikirli aydınların karşısına dikilivermiş..."
Gömütlüğe gelenler arasında şunlar vardı. Ayyuk Eren- berk, Mehmet Emiralioğlu, Dursun Kut, Niyazi Altunya, Mustafa Aydoğan, Abdullah Kaygusuz, Nurten Özdemir, Naciye Babalık, Jale Candan, İzzettin Senemoğlu, Bekir Saba, Ali Yılmaz, Halil Kargın, Münevver Oğan, M.Ali Özlale, Necati Yenitürk, Satılmış Çağlar...
Hükümet programında, köylünün eğitiminin can daman olan, Köy Enstitüleri’nden tek satır var mıydı? “Çilekeş Tonguç”un çilesi sürüyor, dernek...