Zincirbozan’dayken...

Köy Enstitülü öğretmen, CHP’nin İzmir milletvekillerinden Ferhat Aslantaş, 'Zincirbozan Günleri’ ile ilgili anılarını hazırlıyordu. Anladığım, anlatacağım bölüm, o anılardan bir kesitti.
Bu anıları ne yapacaksın?
Çok ciddi şeyler var; sana bir okusam, çok sevineceğini sanıyorum. Zincirbozan'da tuttuğum notlar var ayrıca. (Heyecanlıydı, biraz durdu.) İnanamadığım bir zamanda beni yazdın sen, anımsar mısın bilmem (12 Marttan sonraydı.) Askeri Yargıtay'da bir savunma yapmıştım; herkes savunuldu, yalnız ben kalmıştım. (Gizli örgüt kurmakla suçlanıyordu.) Kalktım savunmamı yaptım: “Yaptığım gizli örgüt değil, ama bu ülke için gizli örgüt kurulması gerektiği zaman ben kurarım" dedim. Şimdi bir karar vereceksiniz, mahkûm edeceksiniz bizi, ama bu kararınızı çocuklarınız eleştirecek, o yönden siz de eleştiriye uğrayacaksınız” dedim. Unuttun onları, çok geride kaldı bunlar. Dinledin, dışarıya çıktık, beni kutladın, "Bu nasıl şey?" dedin. Bütün Askeri Yargıtay üyeleri, öbür savunmalarda uyuyordu, yerinden kalktı; çıt çıkmadı. Söylüyorum, ben Köy Enstitüleri'nde yetişmiş bir savaşçıyım, öyle bitirmek istiyorum. Şu milletvekilliğini falan at bir yana, hiç önemli değil onlar...
(Ferhat Aslantaş, Zincirbozan günlerine döndü, şöyle diyordu):
Ben dedim ki, Zincirbozan'daki adamlara, “Siz burada niye yatıyorsunuz? Sürgünsünüz! Hepinizin ciddi bir geçmişi var; ben fukara bir köy öğretmeniyim. Ama, burada rahatsızım, burada yatarken. Yani bizi buraya niye getirdiler kardeşim? Türkiye'de belli bir militarist çerçeve var; yani, yarın sormazlar mı size dedim, “Niye gittiniz oraya, orada ne yaptınız?” diye. Sormazlar mı? Ben, burada başkaldırıyorum dedim. Burası böyle olmaz! Beni, bugünkü DYP'nin Genel Başkan Yardımcısı Hüsamettin Cindoruk çekti saatlerce konuştu:
Sen sakin ol, sen haklısın dedi.
Demirel'e falan götürün! dedim, çünkü benim için otel burası. Ben Mamak'ta yattım. Deniz Gezmişler’le yattım. Tamam, sen kal, ama ben kalamam! Çünkü ben, asılan insanlarla 5-6 ayı paylaştım Mamak'ta. Burası Zincirbozan. Ben burada yatamam böyle rahat! Hüsamettin Cindorukla konuş bak, Cindoruk dedi ki:
Bizim işimiz zor. Arkadaşlarımız buna kolay 'evet' demez. Bunu biraz geciktirelim, zaman kazanalım. Tamam, fikir birliği içindeyiz. Biz bunları oluşturalım, başkaldıralım! Benimle birlikte. ‘İsyan etme’ demiyor 'haklısın' diyor. "Birlikte yapalım, ama bizim kanat buna hazır değil. Sizden de eksikler var” diyor. Burada ne oldu biliyor musun bir gün? Bütün bunları oturduk, tartıştık, ‘Zincirbozan ahalisi' -deyim Demirel'e aittir- kendi arasında süratle haberleşiyor, dinledi bunlar, Zincirbozan ahalisi rahatsız!
Başkaldırırım diyorum, ben burada kalmam! Ben çıkarım. Vurur, eder çıkarım. Ama, ben burada niye yatıyorum? Ne bu? Mamak'ta kaltım, şurda kaldım, burda kaldım. Burası lüks otel! Bir sıkıntı yok, o yok, bu yok! Şimdi başkaldırma havası olunca, bak ne oldu? Biz Celal Doğan'la (şimdi Gaziantep Belediye Başkanı) aynı odada yatıyoruz; Celal Doğan odaya gizli viski sokmuş. Kimsenin de bir şey dediği yok aslında. Ayva! Şimdi, “Zincirbozan'dan geldik!" diyorlar, bir b.. yerden geldikleri yok. O koşullar kimsede yok! Ben siyasete kenarından bulaşmış birisiyim; içinden geldikleri için ağırlarına gidiyor. İşin ilginç yanı; Celal Doğan'la aynı odada kalıyoruz demiştim, bir gün Süleyman Genç, Metin Tüzün, Deniz Baykal, Celal Doğan, daha birkaç kişi toplandık. 5-6 kişiyiz, Sim Atalay'ı yaşlı diye çağırmadık. Benim başkaldırma düşüncemi biliyorlar, çalkalanıyor zaten. Deniz dedi ki:
Senin tespitlerin doğrudur, mücadele etmek gerekir. Şimdi biz şunu yapalım: Zincirbozan'da sürgünde bulunanlar Türkiye'yi nasıl görüyoruz? Bu tespitleri yapalım, yazalım, imzalayalım. Yarın buradan çıktığımızda, “Biz Zincirbozan'da bunu yapmıştık!” diye millete gösteririz!
Dedim ki:
Adama gülerler, dedim. Burada bir şey yapacaksak yapacağız. Yazacaksın, cebine koyacaksın. Hiç de sıkıntın olmayacak. Yarın çıkıp, “Ben Zincirbozan’dayken, bu tespitleri yapmıştım, bak, arkadaşlar da imza etmişler bunu...” diyeceksin. Olmaz arkadaş! dedim. Hani o, generallare falan giden meseleler falan var ya, şimdi utanarak söylüyorum, sahip benim. Hazırlayan benim, ama bana da kim sahip çıktı biliyor musun? Sakın duymadım falan deme, Demirel! İnanır mısın buna? önce Sırrı Atalay tabii, sonra Demirel.
Sürgüne gitmişsiniz. Sizi halk seçmiş göndermiş bir yere, halk temsilcisi olmuşsunuz ve orada sürgünsünüz. Yani orada halkı savunmak zorunda değil misiniz? Tabii, bunları anılarda yazacağız, aksini kim yazıyorsa o yazacak. Başkaldıran benim! “Bu olmaz” diyen de benim. "Böyle gitmez” diyen de benim.
Peki, başkaldırabildiniz mi orada?
Tabii...
Ne yaptınız?
Şimdi önce, Evren'e çok ağır yazılar, diziler gitti, iki: Orada ciddi bir soruşturma oldu. O soruşturmada artık ciddi bir tutuklu haline geldik, sayemizde! Baştan böyle, “balım, gülüm” falandı, başkaldırdık, “bunlar olmaz” dedik, bütün dünya TV'leri bizden söz etmeye başladılar. Yunan televizyonu vs. Benim bir yeğenim var, askeri savcıydı, bir askeri savcı geldi, onun arkadaşıymış, beni çekti dedi ki:
Ben seni tanıyorum Ferhat abi! Ben Osman Aslantaş’ın arkadaşıyım. Şimdi burada ne olduğunu da biliyorum. Sen bana ne ifade verirsen ver, ben onu yazacağım, ama seni savunacağım! dedi. Ama, bildiğiniz gibi değil, bütün dünya sizi tartışıyor şimdi. Bizi size baskı yapmaya gönderdiler... Diyelim, rastlantı oluyor bunlar, hapishanede her zaman bir kuşku, her zaman bir baskı, sıkıntı falan oluyor, arada tatlı bir şey oluyor. Yüzbaşı geliyor: “Siz Mustafa Emekçi değil misiniz?” diyor. “Evet” diyorsunuz, “Şimdi nereyi istiyorsanız Ankara'da, sizi oraya götüreyim! diyor. Bütün bu faşist köpeklere sahip çıkan insanlar var; bu orduda bir Kemalist, devrimci yok mu sanıyorsun? Bunun gibi, oluyor yani orada da. Savcı, bana bunları söyledi. Pek çok arkadaşımız rastlamıştır. Yani, “Şu grup şöyle, şu grup böyle...” değil...