Politika en civcivli gönlerini yaşıyor; gazetecilik renkleniyor. Gazetecilik, yaratıcılıktır; kurcalayarak gizli kalanı bulup çıkarmaktır. Tarihçiye taslak hazırlamaktır. Seçim yaklaşırken gazeteler seçim sonuçlarını önceden kestirmeye başladılar. SHP, kiminde ikinci kiminde üçüncü partiydi. Hinthorozu Erdal Bey, bunlara alışmıştı:
Yapıyorlar, ne yapalım? dedi. Her seçime böyle başlarız.
SHP Parti Meclisi'nde, Baykalcı bir milletvekili Erdal Bey'e sorar:
Hürriyet'te bir haber çıktı; sizin DSP ile seçim bölgelerinde anlaşarak seçime gitmeyi düşündüğünüz yazıldı. SHP, bazı yerlerde seçime girmeyip DSP ile anlaşacakmış. Bu, SHP aleyhine bir haber, doğru mu? DSP ile seçim bölgelerinde anlaşacak mısınız?
Hinthorozu Erdal Bey soruyu yanıtladı; şöyle dedi:
Yok, yok! Eski hamam eski tas. Değişen bir şey yok. Haber biraz abartılmış, ama ben görüşmek istedim kabul etmedi!
Hinthorozu, çok üzgündü. Erdal Bey, Bülent Ecevit'le görüşmek isteyecek, o ise reddedecek! 1987 seçimleri öncesinde de o zaman genel başkan olan “R” Hanım, Erdal Bey’in görüşme isteğini geri çevirmemiş miydi? SHP kurultayını izlemek istediğim için bu yıl, Dikili Şenliği’nde kalamamış, izlenimleri mi de yazamamıştım. Dikili'de, Kuzey Kıbns’tan muhalefet partilerinden konuklar da vardı. CTP Genel Başkanı Özker Özgür ve Dış İlişkiler Yazmanı Fadıl Çağda ite Ankara'da SHP kurultayı sırasında görüşme olanağı bulmuştum, iki yıl önce, Özker Özgür'ü Dikili'de konuşturmamışlar, neredeyse sınır dışı etmişlerdi. Özker Özgür, iki yıl sonra gelince, bu kez kendisi konuşmamayı yeğledi. Özker Özgür’e sordum:
Bu kez konuşsaydınız, Dikili'de ne diyecektiniz?
İki yıl önce, şenliğin sonuna dek kalmıştım. Fakat sorunlu bir ziyaret oldu. 1989'un yazında, konuşturulmamışım, doğrudur. Bu kez ben kendim konuşmak istemedim. 1989’da konuşmamı istemeyen İçişleri Bakanlığı izin vermemişti. ANAP iktidardaydı, şimdi de ANAP iktidardadır. O bakımdan ben, ANAP hükümetini zorlamak istemedim. Bu kez konuşmamayı, izlemeyi yeğledim.
1969 yazında Dikili’de, o zaman diyeceklerimi bugün de yineleyebilirim. O zaman da Kıbrıs sorunu çözüm bekliyordu, bugün de çözüm beklemektedir. Kıbrıs sorunu çözüm bekledikçe hem Türkiye'ye karşı bir durum ortaya çıkıyor hem Kıbrıs Türklerinin zararına oluyor.
Türkiye, biliyorsunuz 1974’te Kıbrıs'a asker çıkardı. Nasıl çıkardı? 1960 “Garanti Anlaşmasından kaynaklanan müdahale hakkını kullanarak asker çıkardı. 1960 Garanti Anlaşması neyi garanti ediyor? Çok önemlidir. Kıbrıs'ın bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü garanti ediyor. Yani, Türkiye, Kıbrıs'a adanın bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü korumak için asker çıkarmış bulunmaktadır. Uluslararası hukuk açısından durum budur. Türkiye'de bu durum yeterince bilinmiyor. Neden bilinmiyor? Kıbrıs sorunu özgürce tartışılmadığı için bilinmiyor.
Dikili'de son ziyaretimde, Türkiye Birleşik Komünist Partisi Genel Sekreteri Haydar Kutlu’yu dinledim. Haydar Kutlu, Türkiye'de tabulardan söz etti; işte, "komünizm" tabusu, "Kürt” tabusu var dedi. "Bunlar özgürce tartışılmıyor Türkiye’de".
Türkiye’de bir de ''Kıbrıs" tabusu vardır, tartışılmıyor! "Kıbrıs sorunu, Türkiye’nin ulusal sorunudur" deniyor. Deniyor ama ulusal sorun, ulusça tartışılmıyor! Oysa ulusal sorunların ulusça, özgürce tartışılabilmesi gerekir. Kıbrıs’ta ben ana muhalefet partisinin lideriyim. Ve Kıbrıs’ta ana muhalefet partisinin genel başkanı olmama karşın, Türkiye'deki kamuoyuna ulaşamıyorum. Sanki önümde görünmez duvarlar var.
Basına ulaşamıyorum: İşte, Dikili'de konuşmak istedim, konuşturmadılar! Neden? "Kıbrıs sorunu Türkiye'de tabudur", bu nedenle; Kıbrıs sorunu tartışılamaz! Kıbrıs sorunu tartışılamayınca da Türkiye'nin insanı, Türkiye'nin garantör olarak Kıbrıs'ın bağımsızlığından ve toprak bütünlüğünden sorumlu olduğunu bilemez. Neyi bilebilir? İşte, "Türkler, Rumlar kavga etti; Türkiye de gitti, Türkleri kurtardı, bu iş bitti!" biçiminde bilebilir. Yani uluslararası hukuk yanını bilemez. Bilemeyince de ulusal sorun olarak tanımlanan bu önemli konu hakkında, sağlıklı bir kamuoyu oluşamaz. Sağlıklı bir kamuoyu oluşmayınca da sağlıklı bir çözüme yönelmek mümkün olmaz.
Kamuoyunun özgürce oluşamadığı tabulu ortam, demokratik ortam değildir. Türkiye'de siyasal partiler arasında bir diyalog eksikliği gözlemledim.
Kıbrıs'ta Rum toplumu, demokraside bizden çok öndedir. Demokraside önde olan, ekonomide de önde olur, başka alanlarda da önde olur. Kıbrıs Türk toplumunun, en az Kıbrıs Rum toplumu kadar demokrasiyle kendi kendini yönetme hakkı vardır. Türkiye'deki iktidarlar, demokrasiyi bize çok görmemelidirler. Meclisimizde, halkın yarısı temsil edilmemektedir. Seçimlerimize dıştan karışıldığı için biz de seçim sonuçlarını reddettik. Toplum siyasal bunalıma girdi. Bunalımı yaratanlar, bunalımın aşılmasında, topluma yardımcı olmuyorlar. Uluslararası topluluk, Kıbrıs sorununun çözümünü istiyor. Kıbrıs sorunu uluslararası normlara uygun biçimde çözülecektir.
Kıbrıs sorunu, Türkiye'nin iç politikasından, partiler arası yarışta, birbirlerine karşı kullanılmamalıdır. Kıbrıs sorunu Türkiyesiz çözümlenemez. Ancak, demokrasisi askıya alınmış bir Kıbrıs Türk toplumuyla da çözümlenemez... Türkiye'de demokrasi yeniden filizleniyor. Parti kongrelerindeki canlılık, bunun kanıtıdır. Türkiye, Kıbrıs, Yunanistan, bölge halkları, dünya, hep birlikte insan haklarına saygılı olmayı öğreneceğiz. Dünyanın her yerini insan için yaşanılır kılacağız. İnsanlık olarak başka seçeneğimiz yoktur. Ekmekçi'nin köşesini okuyan herkese saygı ve sevgilerimi sunuyorum.
Teşekkür ederim Özker Bey!
Halk dilinde, "cıs" diye bir söz vardır. Çocuklar, ateşe, sobaya yaklaştıklarında söylerler. Kıbrıs konusu da öyle mi ne? Özker Özgür, konuşmamız sırasında, "Kıbrıs sorununun çözümlenebilmesi için karşılıklı ödün gereklidir. Tek yanlı vermek ya da tek yanlı almak söz konusu değildir" dedi. Bunu Türkiye'de değme politikacı söyleyebilir mi? Söylesin de görelim...
20 Ağustos 1991, Cumhuriyet