Aziz Nesinlik...

Son günlerde Hacı TÖ'ye ilgim bir artsın, bir artsın, kendim de anlayamadım! Eskiden TV'de görür görmez kapatırdım. Şimdilerde, görür görmez:
Durun çocuklar, susun! diye susturuyorum çevremi.
Hacı TÖ konuşuyor, aman bir keyifleniyorum, bir keyifleniyorum. Bush'a nasıl bornoz armağan etmiş de, bornozlarımız Amerika'ya sığmaz olmuş; öyle tutunmuş. Hamal, Ahmet'in valizindeki "Özal" sözcüğünü görmüş de;
Sen Prezidentin nesisin aslanım! demiş.
Bizi öyle tanıyorlarmış. Bir yandan dinliyor, bir yandan seyrediyorum, bakıyorum: Kilo almış mı, gıdısı nasıl?
Çarşıda, pazarda, şurda burda hemen her yerde konuşuyor.
Şöyle yapmak lazım, böyle yapmak lazım! deyip, lafın ucunu 1980 öncesine getirmiyor mu ona bayılıyorum.
Yani, dernek istiyor ki! "İşte, 1980 öncesindekiler, Süleyman Beyler var ya, oyunuzu onlara vermeyin! "Yatıyorum yerlere ben de. Aman ayyy!.
"Yaz çalışmalarını sürdürdüğü! "Marmaris’te "Okluk Koyu"ndaki "Köşk'ten döndü. Sözde kolları sıvayacak da, Mesut Yılmaz'a yardım edecek. Mesut Yılmaz'da surat bi karış!
Yardım etmeseniz daha iyi olacak, alacağımız birkaç oy da gidiyor siz konuşunca! der gibi.
Evet, ANAP gidiyor; ne yapsa, ne etse, ağzıyla kuş tutsa gidiyor. İsmail Gülgeç, ANAP’ı, sandığı iple boynuna bağlamış, denize atlamakta olan tombalak adam biçiminde çiziyor. Sandık seçim sandığı belli. "ANAP” yazılı tombalak adama sandık:
İyi düşün, bunun geri dönüşü yok.. diyor. "ANAP yazılı tombalak adam, kurbanlık mı oluyor ne?
Zamdan sonra, PTT'cilerin aylıkları azaldı ya, sözleşmeli çalışan sayıları yüzbinleri bulanların durumları da öyle. Bir "unvanı" olanlar, işin kaymağını aldılar. Yüksekokulu bitirmiş de kendisine bir mevki, bir unvan verilmemişse, yandı. Onların eline sadaka gibi, beş bin, on bin lira fazla geçti o kadar. Enflasyon tırmanıyor, beş bin, on bin lirayla nasıl karşılayacak enflasyonu? Hacı TÖ, 2000 yılına dek; ANAP İstanbul İl Başkanı Hacı SÖ ise, bir beş yılcık daha istiyor. Bir beş yıldan bir şey çıkmaz, diyor. İşin bilincine varmış yurttaş, seçim gününü, 20 ekimi bekliyor:
Hacı KÖ (Korkut Özal), bir görüşmemizde  -1984 yılı olmalı- şöyle demişti:
ANAP'ın varlığı, ağabeyim Turgut Bey'le kaimdir. O, başından gittiği anda yok olur!
Hacı TÖ’nün çırpınışları odur: "Ben ANAP'ın başından gitmedim" demeye getiriyor...
Hacı TÖ’nün eski ustası Süleyman Bey'in keyfi yerinde gibi. Üst üste yediği "darbe"ler, onu daha mı demokrat yapıyor ne? Aziz Nesin:
Bir darbe daha geçirse, Süleyman Bey komünist olacak! demişti.
Aziz Nesin, uzun bir yolculuğa çıktığı Avustralya'dan döndü. O İstanbul’da, ben Ankara'da, telefonla konuştuk. Süleyman Bey için söylediğini anımsattım. Kahkahalarla güldü...
Aziz Bey, İsmet Paşa, bir seçim gezisinde bana demişti ki, "Sen gezilere katılmadın, Ankara’da oturdun, daha iyi görmüşsündür olup bitenleri, ne diyorsun?" demişti. Siz de, Avustralya’daydınız. Siz yokken neler oldu, neler? Ne diyorsunuz?
Benim bildiğim, duyduğum, gazeteleri görmedim ama, işte bu seçim meselesi var; bir de Yunanlıların Trakya meselesi var, başka var mı daha önemli şey? Yok.
Sovyetler var!
Sovyetler, o malum.
Ne diyorsunuz Türkiye'deki durumlara?
Türkiye'nin durumu, Türkiye, aman ben şimdi bakıyorum da öbür ülkelere. Yugoslavya'ya Sovyetler'e filan. Bu durum bile iyi yani. Tabii yav, baksana ne haldeler? Ne oluyor yani? Sovyetler, ne oluyor? Köpekler sonradan kurtlaşıyor! Hepsi köpekti bunların. Hepsi köpek! Ben biliyorum, ben eleştirdim de. “Yooo, derlerdi, biz köpeklikten memnunuz!" derlerdi, yani bir anlama. Şimdi kurtlaştılar. Ama, kabahat insanları köpekleştirende. Sonradan bunların kurtlaşacağını bilmek lazım...
Birkaç satır bir şey yazalım, "Geldi Aziz Nesin!" filan diye ne yazayım?
İşte, Avustralya'ya gittim, gördüm. İnsan haklarının orda da iki paralık olduğunu, dünyaya insan hakları... Ha, çok ilginç şeyler var tabii. Bizim Özal oraya gitti ya, hani gazeteler yazdı, kıyamet koptu; "ilaç sıktılar, milaç sıktılar!" O hiç, o bir şey değil. Onu, oraya çağıran cumhurbaşkanı, genel vali, belediye başkanı karşılamaya gelmemiş yav. Karşılamaya bile gelmemişler. Ondan sonra, tutmuşlar buna Avustralya'nın en büyük nişanını vermişler, nişandan sonra, Sidney Belediye Başkanı yemek vermiş, kendisi ve karısı, verdiği yemeğe gitmemiş.
Kim? Veren adam...
Ya, ya... Müthiş şeyler yani, müthiş şeyler. Niçin yapmış bunu? Çünkü Avustralya'daki Yunan lobisi, bundan memnun değil, seçimde oy vermeyecek. Onun için yapmış. Ben de dedim ki, "O zaman Turgut Özal’ın yapacağı bir şey vardı, yapmamış onu; onların gazetecileri, televizyoncuları geldi söyledim. Fakat hiçbiri yayımlamadı. Ve "Yayımlamazsınız bunu siz" dedim. Onu da söyledim: "Kendisine büyük nişan verildiği zaman "Bu yanlış adrese geldi, bunu siz buradaki Yunanlıların papazına verin!" diyecekti, demesi lazımdı. "Yanlış geldi, bir yanlışlık oldu; düzeltmek gerekir bunu" demesi lazımdı. Oysa, almış nişanı! "Ya, işte öyle, epeyi gezdik dolaştık...
Nadir Bey'i kaybettik bu arada...
Ya, onu biliyorum, öyle oldu. Ama, belliydi sürpriz değil Nadir Nadi'nin gitmesi. Avustralya'ya gitmeden evine gittim, ziyaret ettim. Çok memnunum. Söyleyeceğim bir teşekkür vardı, teşekkür eltim. Kalabalıktık hatta, Oktay vardı, İlhan vardı...
Ölümünden önce gittiniz?.
Ölümünden önce.. Şimdi ne yapayım gideyim de? Ben, o şeyleri, ölüm ziyareti, başsağlığı, mezar ziyareti.. Sevmiyorum böyle şeyi. Kendi annemin babamın mezarına da gitmiyorum, kaybolmuştur mezarlar, bilmiyorum. Ben sağken ne yapılacaksa yapılmalı. Ona bir borcum vardı, hatta İlhan'a dedim ki, "Ben Nadir Bey'e gideyim: ona bir borcumuz vardı , ya ben ölürüm ya o ölür, bu borcu ödeyemeyeceğim. İçimde kalacak" dedim. Gittim, teşekkür ettim.
Nedir o borç?
Efendim, bu Peyami'yle (Safa) biz büyük bir kalem savaşına girdik, kalem kavgasına girdik çok kötü. 1959 galiba, evet 1959'da. Ben Akşam'da, o Milliyet’te. Sürekli, beş on gün sürdü bu. Büyük bir kalem kavgası oldu. Tabii, bana çok saldırdı Peyami. Hiç kimseden ses çıkmadı, yalnız Nadir Nadi, beni savundu Cumhuriyet’te. O, unutulmaz bir şeydi, teşekkür edememiştim bir türlü ona ben. Gittim, hatırladı. Çok ilginç oldu. Teşekkür edemeseydim, çok üzülecektim...