Bielefeld'den trenle Essen'e gidiyordum; aktarmalarda güçlük çekmeyeyim diye biletimi aktarmasız almıştım. Saat 12.45 treni aktarmasızdı. Nebahat Hanım, arabasıyla trene, istasyona dek getirdi. Saat 12.00'ye dek işinde çalışmış, ben de onun işyerinde oturmuştum. Saat 13.00'te Bielefeld Belediyesi’nde toplantıya katılacaktı.
Mustafa Abi, sen treni bekler, binersin artık değil mi?
Tabii, tabii siz gidin!
Ama içi rahat etmedi; orada dolaşan, tren bekleyen bir gence:
Siz Türksünüz galiba, dedi, arkadaşa yardımcı olur musunuz?
Tabii, dedi Diyarbakırlı Ali Akpınar. Tren on dakika gecikmeli gelecekti. Geldiii!
Tren durur durmaz, aşağı atladım; Ali bavulumu verdi. Berrin'i karşıdan gördüm, içim rahatladı. Demek burada da yitmeyecektim!
Server Tanilli takılmıştı:
Sevgili Ekmekçi, kaybolmak senin şanındandır. Kaybol ki, senin “Ulus"a gittiğin kadar, Avrupa'ya geldiğini bilelim! Hem sen, Frenk Mustafendi'nin torunusun, unutma!
Böyle diyerek beni yüreklendirmişti, telefonda.
Berrin Uyar, 12 Martlar da, 12 Eylüller'de işkence görmüş, kendini Almanya'ya atarak kurtulmuştu. “Yıldırım bölge" kadınlar koğuşunda yatmış; 12 Eylül den sonra. Metris'te Reha İsvanla birlikte, tutukluluğu paylaşmıştı.
İşkence gördün mü?
Evet!
İstanbul'da yakalanıp, Ankara’ya götürülmüştü. Çocukluğu Cebeci'de geçmişti. Zerrin de anımsıyordu, Cebeci'de geçen çocukluk yıllarını.
Bavulu, Essen istasyonunda bir dolaba kilitleyip önce hafif bir şeyler yemek istedik. Tutukluluk yaşamından birkaç kopuk kesiti anlatıyordu Berrin.
Ali Ulvi yüzünden çok dayak yedim, biliyor musunuz?
Karikatürist Ali Ulvi yüzünden?
Evet! Bakın anlatayım; Ali Ulvi'yi görürseniz selamlarımı söyleyin; gözaltında, bana bir liste verdiler. Bunda bir sürü adlar vardı: Süleyman Demirel'den, bilmem kime dek. Sorduklarının içinde Ali Ulvi de vardı. Ali Ulvi'yi Cumhuriyetten, karikatürlerinden tanıyordum.
Ali Ulvi'yi tanıyor musun diye sordular.
Tanıyorum!
Nasıl tanıdın anlat!
Öyle tanımadım.. Karikatürlerinden tanıdım..
Sen bizimle dalga mı geçiyorsun kaltak! Basıyorlardı sopayı. Çok dayak yedim anlayacağınız Ali Ulvi yüzünden. Meğer, Ali Ulvi adında aradıkları bir örgüt lideri varmış; onu sorarlarmış.
12 Martlar'da, benzeri birkaç olayı Tahsin Saraç tan, başka kimi arkadaşlardan dinlemiştim. Tahsin Saraç'a sormuşlar
Mustafa Ekmekçi'yi nereden tanıyorsun?
-Yazılarından demiş Tahsin. Fakat kendi kendine düşünüp bulmaya çalışmış, “Ekmekçi’yi neden sordular!" diye. Arkasından Mümtaz Soysal’ı sormuşlar. O zaman anlamış niye sorduklarını. Mümtaz’la adlarımızın telefon defterinde art arda yazıldığını anımsamış.
Berrin Uyar, Reha İsvan'ı çok sevmiş Metris te. “Ne iyi bir insandı" diyor. “Ne olur benim sevgilerimi, saygılarım söyleyin! '
Tabii söylerim; Reha İsvan’ın son kitabı elimde. Onu okuyorum! "Gün Olur Devran Döner" Bilgi Yayınevi’nden çıktı.
Essen'de "Türkiye Araştırmalar Merkezi"nde bir konuşma yapacaktım. Ancak Essen'e vardığım gün 29 Ekim’di; akşam Essen Konsolosluğu'nun düzenlediği kokteyle katılmam istenmişti. Benimse üstümde bayramlık bir şey yoktu! Ne gömlek, ne kravat ne giysi!
Araştırmalar Merkezi’nin başkanı Prof. Faruk Şen;
Yoksa blucinle mi geldin? diye sordu.
Evet! Ayağımda da kesler var.
Siz gelin canım, size kimse bir şey demez!
O andan başlayarak ter basmıştı. Ne yapacaktım?
Yürüyerek gidiyoruz; Berrin Uyar:
Size, dedi, şuradan bir ayakkabı alalım. Belki Salih, -evinde kalacağım Salih Yiğit- giysi konusunda bir şeyler düşünmüştür. Yol üstünde, ayakkabı mağazalarından birine girdik; 41 numara bir ayakkabı aldık. Geriye, giysi, gömlek, kravat kalmıştı. Bir nalı bulmuştuk. Usuma, Ali Yüce geldi. Bir gün büroya geldiğinde:
Bak Ekmekçi, demişti, bu paltoyu bana Atatürk aldı!
Ali Yüce “Atatürk Şiirleri" yarışmasına katılmış, aldığı ödülle de paltoyu satın almıştı. Ben de ayakkabıma bakıyor, içimden “Atatürk'ün ayakkabısı mı ne?" diyordum. Gerçekten Salih Yiğit bir ceket uydurmuş, çizgili bordo bir gömlekle kravat hazırlamıştı. Kravata bir de iğne iliştirdi. Kot pantolon vardı ama, oncağız olacaktı. Berrin:
Çok alternatif oldunuz! Çok yakıştı! diyordu. İçimden:
Mustafa Kemal! Şapka devrimini yaptın, güzel! Neden rahat bir giysi devrimi yapmadın! diye geçiriyordum.
3 Kasım 1992, Cumhuriyet