Ayranı Yok İçmeye...

Azerbaycan’dan getirilip okullara yerleştirilen öğrencilerin, yeni yerlerine pek ısındıkları söylenemez. 1O0’e yakın öğrenci, kasımın ilk haftasında geldiler; yatılı olarak okullara, yurtlara yerleştirildiler. Bunlar, ortaokul-lise birinci sınıf düzeyinde çocuklardı. 13-19 yaşları arastadaydılar. Kimileri oldukça yaşlı gösteriyordu. Gözler, onlara dikilmiş gibiydi. Öğrencilerin tümü erkekti! Bir bölüğü Anadolu liselerine yerleştirilirken; bir bölüğü de imam- hatip okuluna yerleştirilmişlerdi.
Yatılı okullarda, yemek almak için sıraya girilir; buna öğrenciler alışmışlardır. Konuk öğrenciler ise ön sıraya geçmek istiyorlar; sıra kuralına aldırmıyorlardı. Sovyetler’e gidenler, orada insancıkların kesinlikle kuyruğa girme alışkanlığını kazandıklarına tanık olmuşlardır. O zaman bu nasıl oluyor? Sıraya girme, "komünist icadı" diye mi öğrenciler sırayı mirayı boş veriyorlardı?
Biraydın bu öğrencilere kitap, defter verilmemiş miydi? Sayrı olanlar, yatakhanede kalıyorlar, çay demleyip içiyorlardı. Çaya çok düşkündüler. Çaysız dakikaları geçmiyor denebilirdi.
Okullara yeni geldiklerinde, çantalarında sigara, içki çıkmış; içkileri, sigaraları içmek için getirdikleri kısa sürede anlaşılmıştı.
Öğrenciler, umduklarını bulamadıklarını söylüyorlardı:
Hanı, bize iki kişiye bir telefonlu oda verilecekti, bize "Size ayda 100 dolar verilecek!" denmişti. "Defter-kitap vereceğiz" denmişti, o da yok!
Gelenlerin üstleri başları dökülüyordu ama konuşmalardan anlaşılan, öyle yok-yoksul çocukları değiller miydi?
Bir öğrenci:
Benim babamın ekmek fabrikası var! dedi. Bir başkası:
Benim babam doçent! diyordu...
Ankara’nın gecekondularından gelen öğrenciler, konuklara göre daha derli topluydular.
Bir gün, öğle yemeğinde mercimek çorbası, nohut elma çıkmıştı. Konuk çocuklar bunu protesto ettiler; mercimek çorbası ile nohuta dokunmadılar; elmaları alıp çıktılar. Soruyorlardı:
Tavuk yok mu?
Tatlı, et yok mu?
Döner, imambayıldı yok mu? Ne biçim devletiniz var?
Yemeklerden sonra ellerini yıkama alışkanlıkları yok gibiydi. Ellerini koltuk altlarına, üstlerine başlarına sürüyorlardı. Biri bir gün, fermuarını açtı, yolun ortasına şar şar işedi. Bu okulda olay oldu! Ekmekleri ceplerine doldurup yiyorlardı.
Siz kaç kişi geldiniz? diye sorulunca:
Biz, kırk nefer geldik karşılığını veriyorlardı.
Öğrencilerin tümü bir sınıfta toplanmışlardı. Belki, öğretmenlerin eğitiminden geçtikten sonra Türkiyeli arkadaşlarıyla kaynaştırılacaklardı. Öğrenciler geldikleri sıra, birkaç gün kaynaşır gibi olmuşlardı; sonra hemen kaynaşma durdu, gruplaşma başladı. Kaynaşmada belki de konuk öğrencilerin ilk gün, yurtlarından getirdikleri malları pazarlamaları etkili oldu. Mallar satılıp bitince, kaynaşma da bitti. Bu kaynaşamamada belki de değişik davranışların da payı vardı. Azerbaycanlı konuk öğrenciler soyutlanmışlardı.
Yatılı okullarda, parmak kadar çocuklara "yemek duası" yaptırılıyordu. Biri yemek masasının başında duruyor ayakta; yemek duasını öğrencilere yineletiyor.
"-Allahımıza hamdolsun!
Allahımıza hamdolsun!
Milletimiz var olsun!
Milletimiz var olsun!
Afiyet olsun!”
Azeri çocuklar gülüyorlardı...
Laboratuvarda gördüğü ak giysili öğretmene, biri:
Efendi, sen tohtursen? diye sordu.
Ben Rusya’da, Azerbaycan'da olsam, bu derse girmezdim! diyordu biri de.
Bizi göndersinler, gidelim! diyorlardı.
Birkaç öğrenci, dondurmadan sayrılanınca yöneticiler telaşlandılar. Onlar "Aman bakanlığa bizden bir yakınma gitmesin de!" telaşındaydılar Türkiye'de eğitimin nasıl dökülüp kaldığını. Azerbaycanlı çocuklar bile kavramışlardı. Bir okul düşünün, öğrencisinin kitabı, defteri, kalemi yok!
Anadolu Ajansı, "Türki öğrenciler Türkiye'ye alışamadı" diye bir haber geçti. Haberin doğruluğu, yukarıdan beri anlatageldiklerimden belli değil mi? AA'ya göre Türkiye’de bulunan bir Kazak temsilci:
Bizim çocuklar şımarmış değerlendirmesini yapmış. Ajans haberi şöyle sürüyor:
"Türkiye'ye geldikleri günden bu yana karşılaştıkları sorunları anlatan öğrenciler, geçtiğimiz günlerde, yemek fişi yerine para verilmesi isteğiyle de bazı protesto yöntemleri denediler. Yurtta verilen yemekleri beğenmeyen öğrenciler, yemek fişi yerine para verilmesini, böylece yemeği beğenmedikleri günlerde dışarıda ihtiyaçlarını giderebileceklerini belirtiyorlar, öğrencilerin bir başka isteği de yurtlarda kendilerinin yemek yapmada kullanabilecekleri mutfaklar tahsis edilmesi...
Milli Eğitim Bakanlığı yetkilileri ise fiş yerine verilecek parayı öğrencilerin kısa surede harcayarak daha sonraki günlerde aç kalmalarından endişe ediyorlar, öğrenciler, kendilerine verilen 750 bin liralık bursu yetersiz buluyor. Bu nedenle yemek için verilen 675 bin liralık fişin yerine de para istiyorlar..."
Köy enstitülerini kurup kendi köylü çocuklarını okutmamada direnen Türk Milli Eğitimi, bakalım daha ne durumlara düşecek?