Kedilerle İnsanlar...

Çankaya'da Atakule’nin önünde gördüm Prof. Cahit Talas'ı. Yaya geçidinden, ona doğru yürüdüm. El sıkışıp hal hatır sorduktan sonra:
Sabah yürüyüşü mü efendim, diye sordum.
Şurada bir yavru kedi var, ona gidiyorum!
Kedi mi, nerede?
Botanik Bahçesi'nin ucunda, hani taksi şoförleri bekler, tam orada İsterseniz sizi götüreyim bir gün buluşalım da...
Bu soğukta ne yapıyor kedi yavrusu, donar!
Donmuyor, koruyor kendini.
Ayrıldık. Taksi şoförlerinin bekleştikleri yere gittim sonra, ı-ıhh. Kedi yavrusunu bir türlü bulamadım. Şoförlere de:
Burada bir kedi yavrusu olacaktı, nerede, biliyor musunuz diye soramadım. Ancak onlar benim sağa sola bakınmamdan huylanmadılar değil. Bir şey yitirmiş de arıyormuşum gibi bakınıyorum. Yok, yok...
Ertesi sabah erkenden. Cahit Talas'ı aradım:
Efendim, ben kedi yavrusunu göremedim!
Göremezsin, dedi Cahit Bey, ben götüreyim seni oraya. Siz bulamazsınız onu..
Neden bulamıyorum?
Orada başka büyük bir kedi var, bir de köpek dolaşıyor. O nedenle, ağaçlara dek çıkmıştı o gün. Saklanıyor tabii. İstersen, yarın Atakule'nin orada buluşalım, götüreyim ben sizi kediye.
Kafamda sorular var ya soruyorum:
Peki, siz kediyi neden eve almıyorsunuz?
Bizim ev elverişli değil, bahçe yok. Kedi dişi, yarın yavruları olur. Bahçemiz olsa alacaktık. Kedi de rahat edemez.
Şimdi açıkta mı yaşıyor?
Yoo, kutusu var. Orada bir de kız çocuğu vardı, köpekli bir kız çocuğu, kutuyu o getirdi.
Peki, siz yiyecek ne veriyorsunuz kediye?
Et parçası, balık, böyle şeyler...
Süt vermiyor musunuz?
Onu yazın, küçükken veriyorduk. Şimdi vermiyoruz.
Oya Baydar'ın "Kedi Mektupları"nı okumuş, çok sevmiştim. Cahit Bey in kediye yiyecek taşıması da hoşuma gitti. Ataç da çok severdi kedileri. Melih Cevdet Anday yazdı geçenlerde. Ataç, bir gün birlikte giderlerken:
O efendim' nereye böyle, diye seslenir. Melih Cevdet sağa sola bakınır, bir şey göremez. Sonra oradaki kediye seslendiğini anlar. Ataç, kediyle konuşmaktadır!
Gazeteci Rafet Genç'in de bir kedisi vardı, adı "Efe”. Eskiden de öyleydi, şimdi de öyle. Rafet'in kedisi, benim sabah erkenci olduğumu bilir, kapının önünde “miyav” der; çıkar, kapıya bakarım. "'N'aber Efe" derim. "Miyav” der yine, dış kapıya doğru yürür; bu 'Kapıyı açar mısın’ demektir. Açar açmazda dışarı ok gibi fırlar...
Emekli Elçi Sacit Somel anlattı; Avrupalılar, İngilizler dışında, pek kedi sevmezler, beslemezlermiş. Kedi daha çok Türkiye, Yunanistan ile Ortadoğu ülkelerinde beslenir, sevilirmiş. Sirklerde de kedi olmazmış. Çünkü, "isyankâr” hayvan olduğu için eğitilemezmiş. Bir Çin sirki gelmiş bir gün, sirkte kedi de varmış. Kediyi eğitmişler sözde, fakat sopayı gören kedi, isteneni yapar gibi oluyor, sopa iner inmez, ok gibi fırlayıp kaçıyormuş. Seyirciler, kahkahayı basıyorlarmış. Köpekler, kediler gibi değil. Onlar, her çevreye, her döneme ayak uyduruyorlar. Hasan Çelebi, bir taşlamasında şöyle diyordu:
"Zorbalık, hergelelik, kin ve zulüm kol geziyor/Kalleşlik, açıkgözlülük en zorlu din oldu; /Çünkü en başta durandan alınır yön ve hiza;/En başta duran soytarı bir Rasputin oldu."
***
Londra'da London Klinic'te, ikinci böbreği de alman Haldun Özen, Ankara’ya döndü; Türkan Akyol’un danışmanı olarak görevini sürdürüyor. Böbreksiz yaşanır mı diyordum, "diyaliz makinesi" yardımıyla yaşanıyor. Mehmet Haberal açıkladı; Türkiye'de 107 diyaliz merkezi çalışıyormuş. Diyalize girip, kandaki üreyi temizletip, işinin başına gidiyormuşsun!
***
Olay, gerçekte, Türkiye’de her gün olan trafik kazalarından biriydi.
30 aralığı 31 aralığa bağlayan geceyarısı, Düzce'ye yakın yerde oldu. İstanbul'dan Ankara ’ya giden "Varan " yolcu otobüsü, saman yüklü bir kamyona çarptı. Yine İstanbul'dan gelen "Ulusoy" otobüsü de arkadan "Varan" otobüsüne bindirdi. "Varan” şoförüyle, yardımcısının bacakları kırıldı. Oradan o sırada geçen bir ambulans onları Düzce’ye götürdü. Asıl yaralılar, “Ulusoy” otobüsündeydi. Banu Korkmaz adındaki genç kızın Düzce sayrıevinde bacağı kesildi. Batuhan Onur adındaki genç hafif yaralanmıştı. İngiltere'den, yeni yıl dinlencesini, Daily News'taki arkadaşlarının yanında geçirmeye gelen İngiliz kızı Siobhan Maingay’ın yüzüne dikişler atıldı. Yaralıların bir bölümü Ankara'ya, "Bayındır" sayrıevine götürüldüler. Yılbaşı olduğundan orada da çok bir şey yapılamadı. Otobüsün şoförü, sigortalı diye SSK'ya gönderilmek istendi..
Batuhan Onur, Şekerci Ali Uzun'un kızı Sevim Onur'un oğluydu. Uzun'ları tanıyordum. Olayı anlattılar. Bunlar basında yer almadı. Neden mi yer almadı? Böyle haberler, köpeğin adamı ısırması türünden haberlerdir de ondan...