Işıktan Korkanlar...

Avustralya'da Sydney kentinde bir genç, annesine:
Anne, dedi, ben artık camiye gitmek istemiyorum!
Neden oğlum?
Uğur Mumcu'yu öldürenler, İslamcı örgütlerdenmiş!
Avustralya'dan, Sydney’den Ankara'ya dönüyorum; Singapur Hava Yolları'yla Singapur'a dek geliyoruz, oradan Türk Hava Yolları uçağına bineceğiz. Singapur'un içini gezemedim, izin alıp, dışarı çıkma olanağı varmış birkaç saatlik bekleme süresinde. Neme gerek, yiterim miterim ne olur ne olmaz. Singapur'u gezen bir arkadaş anlattı; Singapur'da, yolda belde sakız çiğnemek yasakmış, cezası da ağırmış. Acaba, sakızı çiğnerken patlatıyorlar filan da ondan mı? öyle değilmiş; sakız çiğneyenler, yollara atıyorlarmış çiğnenmiş sakızı, havalar hep sıcak olduğundan, sakız asfalta yapışıyor, oradan ayakkabılara bulaşıyor, bir türlü de temizlenemiyormuş. Kimi adamlar için “Sakız gibi yapıştı, bırakmıyor!" deriz. Ülkeye yıllardır sakız gibi yapışan kimi cinayet örgütlerinden, din sömürücülerinden, laiklik düşmanlarından nasıl kurtulacağız? Şimdi herkes, bunu konuşuyor...
Singapur'da THY uçağına bindim, çook uzun bir yolum var. Singapur Hava Yolları’nın hizmeti, bizimkinden daha iyiydi doğrusu. Onlar, hostes kızlara yemek ne vermiyorlar mıymış? Tombullaşmasınlar diye mi? Nasıl da güzel gülüyorlar insanın yüzüne?
Yol uzun, yanımda Muzaffer Oruçoğlu'nun, Melbourne'da imzalayıp verdiği son kitabı "Tohum" var, onu okuyorum. Su arada, THY’nın yayımladığı "Skylife" (Gökte Yaşam) adlı dergisini karıştırıyorum. Daha önceleri, yolculuklarda bu dergide. Yaşar Kemal'le, Abidin Dino'yla, Adalet Ağaoğlu’yla yapılmış konuşmaları okumuştum. İlginçti. Bu sayısında da Rıfat Ilgaz var, o da güzel. Bir de, bir yazı daha: "Türkler Neden Domuz Eti Yemez". Tamam, dedim benim konum!" Türkçesiyle birlikte, İngilizcesi de var. "Domuz eti"yle ilgili bölüm şöyle bitiyor:
"... Göçebe toplumlar yerleşik toplumların çok rahat ve tembelce yaşadıklarına inanmışlar, bu yargı onları ve onların yeme-içme geleneklerini küçümsemeye kadar varmıştır. Yerleşik toplumların küçümsenen zevkleri arasında domuz da yerini almıştır. Bu arada domuzun kendi yavrusunu yiyecek kadar ‘obur’ ve ‘hunhar’ bir hayvan oluşu; eşini kıskanmadığı inanışı da bu hayvandan ve etinden uzak durulmasına yol açmıştır..."
Lisede, bir Fransızca öğretmenimiz vardı, adı Arif Budak'tı. Fransızca dişi adların başında bulunan 'la"yı, inceltmesiz okuyan arkadaşlarımıza:
Sensin la! derdi. "La" değil, "Iâ" okuyacaksın!
Bunu yazana, domuz denli temiz hayvan olmadığını nasıl anlatmalı. Pişliğinin üzerine oturmayan tek hayvanın domuz olduğuna nasıl inandırmak? Domuz eşini kıskanmazmış da, onun etini yiyenler de, eşlerini kıskanmaz olurlarmış. Bu da taa Altıkulaç'tan beri Diyanet'te söylenir dururdu. Bunlara ne demeli? THY'nin uluslararası hava yollarında seferler yapan uçağında, böyle şeylerin yeri olmalı mı? Domuz eti yiyenler uçmayacaklar mı bu uçaklarla?' Kimin ne hakkı var, insanları satır arasında küçük düşürmeye? Bağnazlıkları kıracak, yok edecek yerde körüklüyor muyuz ne? Avustralya'da gittiğim yerde sofraya domuz eti geliyordu: şöyle diyorlardı:
Öyle çok yazdın ki, seni ancak domuzla ağırlayabiliriz diye düşündük! Gülüşüyorduk...
Uğur Mumcu geliyordu usuma:
Sen dört ayaklı domuzları yazıyorsun, ben iki ayaklılarla uğraşıyorum! Aynı şeyi yapıyoruz...
"K" ilinde imam-hatip lisesinde, bir Öğrenci gazetelere bakıyordu. Uğur Mumcu'nun cenaze töreniyle resimler vardı gazetelerde, öğretmeni, öğrencinin gazete okumasına sevindi:
Aferin, dedi, gazete okuyorsun ne güzel!
İyi oldu öldürüldüğü! dedi öğrenci.
Öğretmen, öğrenciye çıkıştı:
Nasıl söylersin böyle bir sözü?
İmam-Hatip'te öğrenciler böyle mi yetişiyorlardı? Harp Okullarına da böyle mi gireceklerdi?
Uğur’un cenaze töreni günü, İbni Sina sayrıevinin bir bölümünde, sayrılar sıra bekliyorlardı. Bayanların eşleri de gelmişlerdi. Bu sıra söz Uğur Mumcu'ya geldi. Kara sakallı biri:
Hak etmiştir belki! demez mi?
Sırada bekleyen bir öğretmen, kara sakallıya sordu:
Siz, yarasayı bilir misiniz? Hani kuş gibi uçar!
Evet!
Yarasaların ışıkta gözleri incinir. Uğur Mumcu'nun nesinden incindiniz?
Sakallı, kuyruktan çıktı, arkalara geçti.
Yeni geldim, bilmiyorum: hangi camide, Uğur Mumcu'yu öldürenler kınandı? Bilen varsa bana açıklasın. Camiler, iyiden iyiye mi 'siyaset alanı" oldu, din sömürücüleri için? İçişleri Bakanı İsmet Bey, ele geçenleri, geçmeyenleri -açıklayabildiğince- açıkladı. Gazetelerde resimleri gören bir bayan, bunlardan birini tanıdı; Çengelköy'den komşularıydı; Sivas'ın Hafik ilçesinden; Refahçıydı! Uğur Mumcu öldürüleli beri, Necmettin Hoca'yı da, Şevket Kazan'ı da bir telaş sarmış gibi geldi. Fehmi Koru hazretleri zaten buralarda yok muymuş? İran’da ateş de bacayı sarıyor mu ne? Gözler "dinci" cinayet örgütlerinin eğitildiği İran'da...
Orhan Asena, "Uğur Mumcu için" şu dizeleri yazdı:
"Çekirdek paramparça olur/Ölümü aştın?/Yüzbinlerin yüzbinlerin üstünde/Bayraklaştın.
Birgün elbet toprak olacaktı/Naçiz vücudun/Vurdular, bir iken/Milyon oldun.
Gördüm peşinden giderken/Nasıl kavramlaşır insan/ Gün ışığıydın, süzülüyordun/Yağış yağış bulutlar arasından.
Işığa kurşun işler mi hiç?/Kurşun işler mi hiç akla?/ Sen ey yurdumun yüz akı/Kararıp kaldık, bizi akla."