Savunman Halit Çelenk, “ölüm cezası"nı, ona neden karşı çıkmak gerektiğini anlatırken, şöyle diyordu özetle:
Şimdi biz, demokrasi diyoruz; hukuk dilinde demokrasinin karşılığı ‘hukuk devleti'dir. Hukuk devleti, hukuka bağlı olan devlet, yani bütün çalışmalarında, uygulamalarında, yargısında, yasamasında, yürütmesinde hukuk kurallarına ve insan haklarına saygı duyan devlet demektir. Anayasa Mahkemesi de onu öyle tanımlıyor. Yani hukuk devletini, siyasal anlamda demokrasi, ama hukuk anlamında hukuk devletini, insan haklarına dayalı devlet olarak anlıyor.
Şimdi elbette ki hukukun temelinde insan hakları var ve insan haklarının başında da ‘yaşam hakkı' geliyor en başta. İnsanlık tarihine bu açıdan biz, ‘insan hakları için verilen mücadeleler tarihi' diyebiliriz. Bu sizlere birşeyi anımsatabilir: Hani Marksist teoride, insanlık tarihi sınıf mücadeleleri tarihidir' der, doğrudur. Şimdi daha geniş bir anlamda ve daha değişik bir açıdan baktığımız zaman, insanlık tarihi, insan hakları mücadelesi tarihidir' demek mümkündür. Çünkü insan haklarının, insan hakları mücadelesinin temelinde, emeğin karşılığını alma mücadelesi vardır.
Şimdi biz böyle soyut olarak ‘insan hakları' diyoruz sürekli. Nasıl 27 Mayıs’tan sonra herkes ‘Anayasa’ diyor idiyse, bugünkü geçtiğimiz şu yıllarda da, bugünkü şu ortamda da, insan hakları bugün en yüksek düzeyde savunulan, insanların sürekli onun için savaşım verdikleri bir dönemi yaşıyoruz..."
Halit Çelenk, konuşmasında, insan hakları savaşımının köleci toplumdan bu yana geçirdiği evreleri anlattı; emeğin karşılığını alma savaşımının yanında, ayrıca insanlık için bir onur savaşımının da olduğunu belirtti.
Halit Çelenk, Kimya Mühendisleri Odası’nın salonunu dolduranlara konuşuyordu:
“- Şimdi biz hep öteden beri diyoruz ki, ‘devlet insan içindir, devlet insan için vardır; devletin varlık nedeni, sebebi hikmeti, insan haklarına saygı göstermek, onun mutluluğunu sağlamaktır'. Demek ki, hukukun temelinde, insan haklarına saygı ve bu insan haklarının başında da yaşam hakkına saygı geliyor."
Yaşam hakkının üç yönü var: Anatomik yönü, kültürel yönü, moral yönü. Bir kere anatomik olarak, biyolojik olarak sizi ortadan kaldırıyor. Bu kavramların farklarını arkadaşlarım çok daha iyi bilirler; benim kastettiğim fiziksel varlığının ortadan kaldırılması. Bir defa fiziksel varlık ortadan kalkıyor; İkincisi moral yönden insan yok ediliyor. Yani, insanın onuru yok ediliyor. Yani her üç açıdan da insan, gerek fiziksel yönden, gerek moral yönden, gerek entelektüel yönden bütün varlık, bütün bu birikim ortadan kalkıyor ölüm cezasıyla. Bugün çağımızın dünyasında, eski Yunan felsefesinden bu yana 'Her şey insan içindir' düşüncesi, demokrat insanlarda, demokrasiye saygılı insanlarda, insan haklarına saygı gösteren insanlarda yerleşmiş bir ilke. Bu ilkeyi ortadan kaldırıyor ölüm cezası..."
Halit Çelenk, ölüm cezasını çeşitli açılardan incelerken, Prof. Faruk Erem'in şu sözünü anımsattı:
Hukukta bazı düşünceleri yazarsınız; anlatırsınız; mümkün olmaz anlatmak. İnsanlara düşüncelerinizi, anlatacağınız şeyi tam anlamıyla veremezsiniz. Onu ancak görmek gerekir "
Halit Çelenk, "Ben, Faruk Hoca'nın bu sözüne yürekten inanıyorum" dedi, ölüm cezasının insan denilen yaratığı ne denli aşağılayıcı bir ceza okluğunu anlatıyordu:
Şimdi Deniz Gezmişi düşünün; genç, atak, heyecanlı, demokrat, birikimi olan, kültürlü, demokrasi savaşımı veren, yurdunu seven, ‘Bağımsız Türkiye!' diye bağıran, Amerikan emperyalizmine karşı çıkan, yerli faşizme, medyalara karşı çıkan, toprak ağalarına karşı çıkan, bu kadar canlı, bu kadar atak, bu kadar devrimci ve hareketli bir insen. Bir de arkadaşlar, sehpaya bakıyorsunuz: Böyle geliyor; güya cellat, işte sandalyeyi çekiyor; o da tekmeliyor sandalyeyi... 'Şırak' diye bir kere düşüyor. Şimdi böyle düştüğü zaman boyun kırılıyor; boyun kırıldıktan sonra, ip yavaş yavaş dönmeye başlıyor. İp, böööyle dönüyor böyle, böyle, böööyle dönüyor; tabii o da dönüyor.
Belden aşağısı silkiyor, silkiyor, silkiyor. Şimdi, üzmek için söylemiyorum; ölüm cezasının insanı ne kadar aşağıladığını anlatmak istiyorum, üzmek için değil.
Ben, o olaydan sonra, üç ay hiç uyumadım. 94 kiloydum, 80 kiloya düştüm. On dört kilo verdim. Daha sonraları da, onluk diyazemle uyumaya başladım... Arkadan gözler iniyor, arkadan burun akıyor, arkadan salyalar akıyor. Şimdi arkadaşlar, o Deniz gitti; o demin anlatmaya çalıştığım o Deniz gitti! Yusuf, o Yusuf gitti! O Hüseyin, o birikimi olan Hüseyin gitti!.."
Halit Çelenk konuşmasını bitirdiğinde, dinleyenler gizli gizli gözyaşlarını silmeye çalışıyorlardı.
Sevgili okurlar, unutmayın Denizleri! ölen, öldürülen tüm devrimcileri unutmayın!
13 Mayıs 1993, Cumhuriyet